Merhaba Can Baba,

Bu akşam yemekte kuru fasulye var. Bir baş da soğan kırdım bizim bura işi... Yanında mı? Datçalıların “guru fasüle” dedikleri, senin içmeyi sevdiğin rakı elbette.

Kim söylemişti, belki Aydın Boysan ama durmamış aklımın bir köşesinde: “Aa, olmaz mı? Kuru fasulyeyle rakı yoldaştır.”

Mehmed Kemal’den armağan “öğle rakısı” gibi, epeydir yarendir bende de “kuru”yla “guru fasüle”. Bir de limon... Neredeyse kırk yıl oldu, “Kuruda limonun ne işi var!” kuru inadımı bırakalı. Meğer ne güzel oluyormuş! Şu limon da Can Baba, girdiği yere yakışıyor.

Bugün kızımız Emek’in doğum günü... Cahit Sıtkı’ya selam durup “Dante gibi, yolun ‘başında’yız!..” diyor. Dostlarının seni Datça yollarına düşürdükleri/ Datça’nın koynuna yatırdıkları günlerdeydi; Sakarya yerle bir olunca (güvenilmez resmi kayıtlara göre 18 bin 373 kişi öldü) beş yıl, kutlamadı Emek doğum gününü...

Söz sözü açıyor. Yıl 1989, yaz ayları. Beyoğlu’nun Mis Sokağında küçük çaplı bir kitap fuarı açılmıştı. Evet, ikinci yılında, faşist sürüleri, fuarı dağıtmış, yüzlerce kitabı yakmıştı. Birkaç yıl sonra Madımak’ta şairleri, ozanları, sanat insanlarını yakanlar da aynı soydandı. “Yakılmışlar Ağıdı”nda Hüseyin Yurttaş, “şairler yakılıyorsa ülkende/ daha çok şiir oku çocuk// şairler yakılıyorsa ülkende/ sen de şiir yaz çocuk” deyince “şiirden” bir dil kurduk, daha çok şiir okuduk birlikte...

İlk karşılaşmamız orada, işte o Mis Sokağındadır. Kızımızla gelmiştik. Gözünün birini bantlı görünce gürlemiştin:

- Nesi var bu karının?

Ben, göz tembelliği deyince “Benim karı baksın buna! Gezdirmeyin böyle...” diye yol “göstermiştin”. Güler abla göz hekimi miydi, bilememiştim de “Anlar o, anlar. Görsün bunu Güler.” diyerek bağlamıştın konuyu. Sonra bir şiirini istemiştim el yazınla. Defterim yanımdaydı. “Metamosmoris” o yıldan beri ezberimdedir.

Metamosmoris”e, neden bilmem, kitaplarında rastlamamıştım. Ama şimdi (başlarda “internet” deniyordu) sosyal medya diye bir şey var. Orada her şey, aramadığın kadar! Üstelik yalan yanlış. Senin öyle çok şiirin dolaşıyor ki çoğu senin değil! Örneğin “Metamosmoris”in ilk sözcüğü de “İlkin...” oluvermiş. Boş işe memur insanımız oturup “senin gibiler” uyduruyor, altına da imzanı koydu mu iş tamam! Başka şairlere de yapıyorlar bunu!..

Tiyatronun emekçisi-şair Semih Çelenk, tanırdın değil mi, iş edindi; seninmiş gibi paylaşılan şiirlerin bir çetelesini tuttu. Geçenlerde sordum, kaç tane oldu ortalıkta dolaşan sahte Can Yücel şiirleri, diye. “Elli!” dedi. Yıllar önce, Ankara’da düzenlenen bir etkinliğin kapanışında söz alan dostlardan biri sözlerini, senin sandığı(mız) o şiirlerden biriyle tamamlamıştı. İnsanın böyle bir işten ne çıkarı olur, bilmem ama dünya öylesine bir çıkar dünyası oldu ki “iyilik”, “dürüstlük”, “onur”, “merhamet” artık marifetten (çoğun da salaklıktan) sayılıyor.

Sınıf arkadaşın Gazi’yle (Yaşargil) yurtdışına gitme kararınıza, paranızı biriktirmiş olmanıza karşın, çağın en güzel gözlü maarif müfettişinin, “Sen ‘bakan’ çocuğusun, gidemezsin!” kararının; yiyecek ekmeği zor kazanan babasının, Muzaffer İzgü’nün, köy enstitüsüne kaydolmak için köy muhtarından aldığı belgeyi yırttığı günlerin; Ahmed Arif’e, babasının, “Boğazından bir tek haram lokma geçerse hakkımı helal etmem!” öğüdünün nasıl da uzağındayız!..

Dahası var Can Baba!

Alevilerle ilgili bir konuşman nedeniyle gözaltına alınmıştın. Hatırladın, değil mi? Karakolda, yaşamöykünü sordular; aldın sazı ele, anlattın da anlattın. Gecenin bir yarısına kadar... Bıktı adamlar. Davayı şu ünlü 163. maddeden açtılar. O ara bu madde yürürlükten kalkınca senin deyişinle “sıyırdın”! Değilse 163. maddeden hüküm giyecek ilk komünist sen olacaktın!..

Bunu niye anımsattım, biliyor musun? Sana, memleketin bugünkü halini nasıl anlatsam, diye düşünürken düştü aklıma. Son yılların namlı din bezirgânlarından birinin “adamı” olmakla suçlanan genç bir komünist, savunmasını, “Valla billa komünistim Hâkim Bey!” diye yaptı. Ötesini (paranın pul, yalanın padişah, hırsızın baş tacı, suyu-toprağı savunmanın suç olduğunu...) söylemeye gerek var mı Can Baba!.. 

Hadi, iyi bir haberle koyayım noktayı:

Seferihisar’da kurulan tohum merkezine senin adın verildi.

........................

Can Yücel (şair, çevirmen/ 21 Ağustos 1926-12 Ağustos 1999)

1991’de yürürlükten kaldırılan madde; “Devletin sosyal, ekonomik, siyasi, hukuki düzenini kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla (...) dini, (...) dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek (...) propaganda yapanlar, beş yıldan on yıla kadar hapisle cezalandırılır.” diyordu.

“Can Yücel Tohum Merkezi”, 2011 Martında kuruldu. Bir tohum bankasına adının verilmesi Can Yücel’in son arzusuydu.