Merhaba Orhan Abi,

Aslında sana çooook önce yazmalıydım. Öyle geciktim ki bağışla desem faydası yok.

İlkin, o büyük inceliğin için teşekkürümü (gazeteye -Milliyet’teydin o ara- sizin kuşağın dilince “eksik olma” demek için uğramıştım da bir kahve içimi, sohbeti koyultmuştuk) yazıya da dökmeliydim. Yıllar öncesine götüreyim mi seni?

İzmir’e uçmuştum, iş görüşmesine; bir yerel gazetede (adını yazmaya elim varmadı Orhan Abi, çıktı çünkü “gazete” olmaktan!) işe girince de uçmuştum. Çocukluk hayalimdi gazetecilik. Çünkü adını aldığım dedem (Yunus Bekir) gazeteciydi, Kayseri’de ilk Türkçe gazeteyi çıkaran da o’ydu. Çünkü babam, düzenli gazete okurdu hem de kente epeyce uzak bir köyde oturmamıza karşın. Çünkü... ne bileyim ben daha başka nedenlerim de vardı belki. Lise bitince gazetecilikle ilgili bir bölümü kazanamamış ama öğretmen olmuştum ve yine bir yerel gazetede yazmaya da başlamıştım. Sanırım aşktı ya da içimde sönmeyen bir ateşti bu. Şimdi artık o “yapı”nın yüreğinde yer alacaktım.

Bunları niye mi yazdım yeniden? O yıllara (1990’lara) gideceğiz ya!

Hariçten gazel okumaya benzemezdi kurumda/ bünyede olmak.

Gazeteye “evet” deyince konuyu (öyle ya bir hazırlık yapmalıydım) bin yıllık dostum Feridun Andaç’a açtım.

“Kolay.” dedi gülümseyerek. Seni Orhan Duru’yla görüştüreyim. Anlat ona derdini; Marko Paşa’dır o.”

“Yarın gelsin.” deyince sen, yarını zor etmiştim.

Ağır İşçiler”i 1980 öncesinde, “Şişe”yi de bir süre önce okumuştum. Oturdum, “Şişe”yle “Bir Büyülü Ortamda”yı o gün, o gece okudum. Sanki sınava girecektim!

Yıl 1992, aylardan temmuz... Ne güzel karşılamıştın beni! Oysa bir iki imza günü ve söyleşide merhabalaşmanın ötesinde bir tanışıklığımız yoktu. Ama Feridun’un hatırıydı bu, bir “meslektaş”a bildiklerini aktarmanın inceliğiydi, gazeteci Orhan Duru tavrıydı!..

İş’e, gazetenin yazıişleri eğitim sorumlusu olarak başlayacağımı söyleyince en yakın çekmecenden, anısı güzel Refik Durbaş’ın hazırladığı “gazetecinin yazım kılavuzu”nu çıkarmış, benim için hemen bir kopya hazırlattırmıştın. Bununla yetinmemiş, kişisel deneyimlerinden seçilmiş hoş anlar/ anılar da aktarmıştın. Hele bir haberden söz açmıştın ki (Neymiş, Çeşme’nin arıları Sakız adasının çiçek özlerinden yapıyormuş balı!.. Bunu konu alan “uydurma” bir haberdi aktardığın.) İzmir’de şaşmıştı “yeni”, gazeteci dostlarım bunca şeyi nereden ve nasıl bildiğime! Orhan abim vardı benim... Ne çok çınlatmıştım o günlerde kulaklarını! Ve Refik abinin çalışmasını örnek alıp gazetede “bizim sayfa” adıyla (sıklıkla düşülen yanlışları ortaya koyan/ irdeleyen) bir iç yayın çıkarmıştım.

Sevgili Orhan Abi,

Senin de meslekte “alaylı” oluşun daha da değerli kılmıştı anlattıklarını.

Veterinerdin. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesini bitirmiş, aynı yerde bir süre asistan olarak görev yapmış, ilk darbenin (1960) ardından çıkarılmıştın üniversiteden. İkinci ve üçüncü darbelerde de (12 Mart-12 Eylül) üniversiteden çıkarılan hocalar olmuştu ama 2017’de, “barış” için imza verdikleri gerekçesiyle bini aşkın akademisyen “kovuldu” üniversitelerden. Düşüncesi nedeniyle insanların işinden olması bizim için “yeni” olmadığı gibi daha epey bir süre de gündemimizden çıkacak gibi görünmüyor.

Bir süre mesleğini (veterinerlik) yapmış sonra da gazetecilikte karar kılmıştın.

Mesleğini anımsayınca aklıma Mehmet Âkif (o da veterinerdi biliyorsun) düşüyor, gülümsüyorum Orhan Abi.

“İleri gelenlerden biri” bir gün epey ileri gidip Âkif’e, “Siz baytardınız değil mi?” diyecek olmuş da üstat, “Evet, bir yeriniz mi ağrıyor?” diyerek yerle bir etmiş densizi! Ah, konuşabilseydik, sizde de ne anılar vardı kimbilir...

Yalnızca veterinerlik, gazetecilik değil ki Orhan Abi, söz ne zaman “bilimkurgu” (sizin armağanınız ya Türkçemize bu sözcük) kitaplardan açılsa yine sizi anımsadım.

Geçenlerde şair dost Ahmet Güntan’ın (o da İzmirlidir) notları ilişti gözüme: Hasta yatağınızda az biraz toparlandığınızda, “Halkla buluşmak en önemli mesele azizim!” dediğinizi yazmış!

Öykülerin seviliyor, okunuyor Orhan Abi; toplu öykülerinin birinci cildi çoktan tükendi, haberin olsun! Yeniden basacaklarmış ama ne zaman, belli değil.

Bu aralar senin yazılarını okuyorum. Bitirince ne düşündüğümü yazarım.

Senin o dost elini bırakmayınca gazeteciliği de kıvırdım Orhan Abi. Teşekkür ederim.

........................

Orhan Duru (öykücü, yazar, gazeteci; 18 Aralık 1933-25 Ocak 2009)

Roman Medyadan Önce Gelir”, Orhan Duru, seçme yazılar, Haz.: Burak Fidan, YKY 2012, İstanbul