Yolsuzluk, "yetkinin bireysel zenginleşme için kötüye kullanılması” olarak bilinmesine karşın, yolsuzluğun çok farklı çeşitleri de var. Kamuya ait bir ihalenin, iktidar sahipleriyle kurulan yakın ilişkiler kullanılarak haksız yere bir holdinge verilmesinden, sıradan bir devlet memuruna verilen rüşvete kadar geniş bir skalada değerlendirilebilir. Ekonomik teori ve ampirik deliller Türkiye'de, ekonomik büyüme ve yolsuzluk arasında doğrudan etkileşimli bağlantı olduğunu AKP iktidarları sürecinde yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Yolsuzluk, iç ve dış yatırımları caydırarak, ekonomik büyümeyi engeller, kamu altyapı tesislerinin kalitesini düşürür, vergi gelirlerini azaltır ve kamu harcamalarının yapısını bozar. Ayrıca, yolsuzluk, ekonomik büyümeyi sınırlayarak, gelir eşitsizliğini kat kat artırır. Yolsuzluk, bazılarına diğerlerinden daha fazla çıkar sağladığı ve kamu kaynaklarının ve hizmetlerinin haksız dağılımına yol açtığı için ekonomiyi, yasal ve siyasal düzeni bozar. Sonuç olarak, yolsuzluk yoksulluğu kat kat artırmakta ve yoksulluk yaratmaktadır. Türkiye'de neden yolsuzluklar bitmiyor? Bunun temeli nereye dayanıyor? Bu sorulara yanıt bulmak gerekiyor ki çözümü ondan sonra ortaya koymak lazım. Yolsuzluğa yasallık açısından yaklaşıldığında,  örneğin, yasa koyucular kendi bölgelerinin refahına yönelik yasaları daha çabuk çıkarırlar. Kamulaştırma uygulamaları resmi ve yasal olmakla birlikte, yolsuzluğun yasallık kriterine göre yapılan tanımlamalarının dışında kaldığı için yolsuzluk sayılamayacağı düşünülebilirse de aslında yolsuzluğa konu olduğu herkesçe bilinen uygulamalardır. Kanunların belirsizliği gerekçesiyle, her meclis döneminde torba yasalarla, AKP'nin 19 yıllık iktidarında yandaş şirket ve vakıflara verilen imtiyazları, meclis komisyonlardan geçirilerek, genel kurulda indir kaldır 10 saniyede yasalaşıyor. Bir başka yönden bakacak olursak,  yolsuzluklar ile devletin faaliyet alanları arasında da belli bir ilişki mevcut. Devlet ne kadar müdahaleci olursa yolsuzlukların o derece artış gösterdiği de ortada. Yine ahlâk, siyasetin temel yapı taşlarından biri olduğunu biliyoruz. Siyasetin ahlâkı içine almadan işlemesi ya da siyasette siyasî alanın dışına çıkarılması, siyaseti de ahlâksız bir hale büründürmektedir. Bunu bugün yaşadığımız ülke gerçekleri de apaçık ortaya koyuyor. Bizde siyaset; Toplumu yönetme amacıyla iktidarı ele geçirme ya da iktidardan pay alma ve iktidarı elinde tutabilme etkinliği olarak tanımlanıyor. Bu duruma toplumun bakış açısı ise iktidarın kaynağı ve iktidarı kullananların yönetimi ele geçirmeleri ile bunu kullanmaları arasındaki meşruiyet bağı, siyaset alanının kimlere ne kadar açık olduğu, bu alanda konumlandırılan mekanizmaların işleyiş tarzları ve yönetimin değiştirilebilirliği biçiminde çok geniş kapsamlı ve karmaşık yapıları içeren bir olgu olarak bakılıyor. Yani siyaset kavramının ve  kullanımının da netleştirilmeye ihtiyacı var. Türkiye, Avrupa’da yolsuzluk oranı en yüksek ülke konumunda. Puanıysa 42. 2013’te, ülke, devlet temelli bir bankanın yöneticisinin karıştığı çok büyük çaplı bir skandalla sarsılmıştı. Birçok önemli iş insanı da rüşvet, dolandırıcılık, kaçakçılık ve para aklama suçlarıyla bu skandalın içindeydi. Buna benzer birçok yolsuzluk hikayesi yaşandı ve küçüklü büyüklü birçok yolsuzluk dosyası, yerel yönetimler sonrası el değiştiren Büyükşehir, il ilçe belediyelerinde ortaya çıkarılıyor. Kendi bakanlığına 10 kat fahiş fiyata mal satan bakan, Sayıştay denetimi dışına çıkarılan ihaleler, hep aynı şirketlere verilen büyük alt yapı yatırımları, atamalarda kayırmacılık, 3-4 yerden alınan yüksek maaşlar gündemin neredeyse değişmez parçası. Ekonomik krizinin yanı sıra yolsuzluklar da AKP iktidarının sonunu getiren en önemli başlıklarından biri oldu. Bir restorana gittiğimde daha önce AKP'ye oy verdiğin söyleyen bir yurttaş :"Ekonomik kriz ve  yolsuzluk salataları AK Parti mutfağını iflas ettirdi. Bir daha o restoranda yemek yemem" sözleri, olası bir erken seçimde kimin kazanacağını da ortaya koymuş gibi görünüyor.