Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) politika faizini yüzde 16’dan 15’e düşürdüğü perşembe günü dolar/TL yüzde 4’ün üzerinde artışla 11’i geçti. TCMB’nin son üç ayda piyasaların beklentisinin aksine toplamda 400 baz puan faiz indirimine gitmesi, TL’deki değer kaybının daha da hızlanmasına neden oldu.

TL’deki serbest düşüş ekonomistler tarafından kur krizi olarak yorumlanırken konuyu Londra King’s Business Üniversitesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Gülçin Özkan ile konuştuk. Özkan, ülke ekonomisinin 2018 yılından bu yana seri döviz şoklarıyla karşı karşıya kaldığını ifade ediyor.

Ekonomi yönetiminin aldığı kararlar sonucu döviz kurunda yaşanan artış 2018 yılında yaşanan Rahip Brunson krizini hatırlattı. Yaşanan son gelişmeler ülke tarihine geçen krizlere bir yenisi olarak eklenecek mi?
Türkiye ekonomisi uzunca bir süredir birbiri ardına gerçekleşen döviz krizleriyle karşı karşıya. Aslında teknik olarak döviz krizi kavramı sabit kur politikasının büyük bir devalüasyon ile sonlanması durumuna atfen kullanılıyor ama bu tür rejimlerin sayısının oldukça azaldığı günümüzde ulusal paranın değerindeki ciddi kayıplar için de döviz krizi tanımlaması yapabiliriz.

Türkiye ekonomisi de Mayıs 2018’den bu yana bir seri döviz krizi ve döviz şoklarıyla karşı karşıya. Politika faizinin düşürülmesi sonucu TL’ nin değerindeki sert düşüşler bu serinin ek halkalarını oluşturuyor.

Peki, döviz krizlerinde çözüm yolları nedir?
Döviz krizleriyle mücadelenin üç yolu var: (1) Faizleri artırmak; (2) döviz rezervleri satmak; ve (3) sermaye kısıtları uygulamak. Bunlardan birincisi ulusal parayı çekici hale getirerek, ikincisi ulusal para üzerinde talep yaratarak, üçüncüsü ise döviz alım satım işlemlerini yavaşlatmak yoluyla ulusal para üzerindeki baskıyı azaltmayı hedefler.

Şu an geldiğimiz noktada net rezerv stoku negatif ve dolayısıyla ikinci yol kapalı. Sermaye hareketlerindeki kısıtlamalar da bu aşamada gerçekçi bir politika aracı değil. Dolayısıyla elimizde sadece faiz artırımı silahı var, faizler ise ters yönde hareket ediyor.

Daha önce de tekrar tekrar tecrübe ettiğimiz gibi, gerekli politikalardan ne kadar uzaklaşılırsa düzeltme o kadar sert oluyor. 2018 yazında, kur şokuna uzun süre tepki vermeyen faizler eylül ayında 6,25 puan artırılarak yüzde 24 ile 2004’ten sonraki en yüksek seviyeye çıkarılmıştı.

ekonomi-2018-den-bu-yana-doviz-soklari-yasiyor-gelecek-kusaga-karsi-sorumsuzluk-946330-1.
Prof. Dr. Gülçin Özkan

Enflasyonun yüzde 20’ye yakın olmasına rağmen TCMB’nin faizleri yüzde 15 seviyesine çekmesi, TL üzerindeki baskıyı artırıyor. Dolar/TL kuru ilk defa 11 seviyesinin üzerine çıktı. Bu şartlar altında bir kur krizinden bahsetmek mümkün mü?
Bu durumu istersek döviz krizi, istersek döviz şoku diye tanımlayalım, ekonomide ciddi bir tıkanma olduğu çok açık. Daha önce 2018 Temmuz-Ağustos’ta yaşanan Rahip Brunson krizinden ve bu yılın ekim ayındaki büyükelçi krizinden farklı olarak bu kez döviz şokunun kaynağı bizzat para politikasının kendisi ki, bu da oldukça ilginç bir durum.

KUR-ENFLASYON GEÇİŞKENLİĞİ YÜKSEK

TL’deki bu hızlı değer kaybının ekonomiye olan etkisi ne boyutta ve ne kadar sürede hissederiz?
Kur değişikliklerinin ekonomi üzerindeki etkileri iki kanaldan çalışıyor; dış ticaret ve finansman. Kur artışı ithalaatı – önemli bir kısmı ithal girdilerden oluşuyor - daha pahalı hale getirerek, hem enflasyonu artıyor, hem ithal girdileri yoğun kullanan ihracatın kârlılığını etkiliyor.

Türkiye gibi dış kaynağa bağlı, özellikle döviz cinsinden dış borcun yüksek olduğu ülkelerde döviz artışının çok önemli başka bir sonucu var; döviz cinsinden yükümlülüklerin ulusal para cinsinden maliyetinin artması. Türkiye’nin dış borçları 2008-09 küresel mali krizinden bu yana sürekli artıyor ve sırf bu nedenle bile kurdaki her artış Türkiye ekonomisine ciddi bir yük getiriyor.

Bizim gibi ülkelerin bir diğer ortak özelliği kur-enflasyon geçişkenliğinin yüksek olması. Türkiye ekonomisi için bu rakam yüzde 15 ile 25 arasında. Yani TL’nin yüzde 10’luk değer kaybı enflasyonu 1,5 ile 2,5 puan arası artırıyor.

Reel sektördeki etkilerin ortaya çıkması biraz daha zaman alabilir ama kurun fiyatlar üzerindeki etkisi, kur artışını takip eden saatlerde bir biri ardına açıklanan zamlarla ilk günden itibaren gerçekleşmeye başladı.

Erdoğan, uzun zamandır yüksek faizin enflasyona neden olduğunu öne sürerek genel kabul gören ekonomi teorisinin tersi bir politika izliyor. Ülke ekonomisi adeta sıkışmış durumda. Bu sıkışmışlıktan çıkış yolu nedir?
Ciddi bir ekonomik istikrar programı olmadan bu sıkışmışlıktan çıkmak imkânsız. Yeni bir ekonomik vizyonla, denetim mekanizmalarını da içeren bağımsız kurumlar üzerine inşa edilecek ve toplumun geniş kesimlerinin katılımıyla gerçekleşen şeffaf bir programın acil olarak tasarlanması gerekiyor.

Burada not etmek istediğim önemli bir nokta var. Covid-19 sonrası ortaya çıkan uluslararası konjonktür küresel ekonomiyi dönüşmeye zorluyor. Gerek pandemi döneminde tedarik zincirlerinde yaşanan aksaklıkların ve petrol fiyatlarındaki artışların etkisiyle gerekse kamu harcamaları üzerinde devam eden baskılar nedeniyle enflasyonda ciddi artışlar kaçınılmaz ve rakamlara yansımaya başlamış durumda. ABD ve İngiltere merkez bankaları faizleri her an artırabileceklerini açıklıkla ifade ettiler. Gelişmiş ülkelerin para politikasındaki bu yön değişikliği yükselen ülkeleri derinden etkileyecek. Ayrıca artık herkesin kabul ettiği iklim krizi ile mücadele için ekonomi politikalarının tamamen yeniden tasarlanmasının gerektiği üzerine birçok ülke hemfikir.

Küresel ekonominin gündeminde hepimizi ilgilendiren bu kadar ciddi sorun varken bizim hala ‘faizlerin artması enflasyonu artırır mı, azaltır mı?’ tartışmasına takılıp kalmamız sadece talihsizlık değil, sonuçlarına gelecek kuşakların da katlanmak zorunda kalacağı çok ağır bir sorumsuzluk. (BirGün-Havva Gümüşkaya)

ekonomi-2018-den-bu-yana-doviz-soklari-yasiyor-gelecek-kusaga-karsi-sorumsuzluk-946331-1.

Editör: Haber Merkezi