Yerel yönetimler, doğa, insan ve toplumsal yaşam ve ekolojik denge üzerine yetkin, çözüm üreten, kalıcı çalışma yürütmek zorundalar.

İklim değişikliği mahallelere, sokaklara kadar geldi. Alt yapı, su tüketimi, depremler, seller, çöp çeşitliliği, yağmur sularının kontrol edilmesi… zorunlu hale geldi.

Yıllardır iklim krizi için mücadele veren Sivil Toplum Kuruluşlarına kulak asmayanlar, görmezden gelenlerin kapılarına iklim krizi dayandı. Yerel yönetimler bugün; varlıklarını sürdürebilmek için onlarca yıldır zor koşullarda çığlıklarını birbirine karıştırarak mücadelelerini sese seslerini katarak güçlendiren renklerin içinde yer almalıdırlar.

Hala kafalarını kuma gömen yerel yönetimler var.

Yerel yönetimlerin hala, iklim değişikliği çalışması yürüten birimleri yok. Hala, bu konuya ayrılmış bütçeleri yok. Hala, iklim değişikliğine zarar veren şirketler ile ortak çalışmalar sürdürüyorlar.

Hala, yönetim alanlarında park bahçelerini zehir ile ilaçlayarak börtü böcekleri öldürüyorlar. Hala imar planlarında çevre duyarlılığı yok.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’in “insanlık için kırmızı alarm” sözleri bir çığlıktır. Bu çığlık: Onlarca yıldır iklim değişimini önlemek için mücadele edenlerin sesini, küresel sermayenin duymuş olmasıdır.

Küresel ısınmanın 2100 yılına kadar 2 derece veya üzerine çıkacağını kabullenilmesidir.

Dünya üzerinde 104 ülke ve bölgeden yaklaşık 7 milyon kişi doğa olayları sonucu yaşam alanlarını değiştirdiler.

Bu ülkelerin başını kim mi çekiyor? Doğa, insan, hayvan, duyarlılığı olmayan, demokrasi ve eğitimden yoksun sömürge ülkeler çekiyor. İç savaşı sürdüren Afganistan(1,1 milyon); Etiyopya (633.000) çekiyor. Küresel sermayenin ucuz iş gücü ve “atık çöplüğü” haline gelen Hindistan (929.000), Pakistan (806.000) ve Sudan (454.000) çekiyor.

Yerel yönetimler ekonomik siyasal politikalarını ekolojik sistemler üretme üzerine kurmalıdırlar. Bundan böyle her yerel yönetim iklim değişikliğini önleme (mitigation), iklim değişikliğinin geri dönüşü olmayan etkilerine uyum (adaptation) kavramlarını başucu kitabı yapmalılar.

İklim değişikliği: Deprem, sel felaketi, kuraklık, yangınlar, susuzluk, açlık, tsunami… ölümdür. Hayvan, böcek, bitki, kuş… türlerinin yok oluşudur.

Türkiye’de Yerel Yönetimlerin yaklaşımları:

Belediye Kanunu’nun 13. Maddesine göre “Herkes ikamet ettiği beldenin hemşerisidir. Hemşerilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır.”

Belediyeler yönetim alanlarında ikamet eden her yaştan, her meslekten, her düşünceden insanı çalışma alanları içine katmalıdır. Bu çalışmalardan; sen, ben, bizim oğlandan oluşan Kent Konseyleri çalışmaları anlaşılmamalıdır.

Türkiye Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamındaki 2016 tarihli Paris Anlaşması imzacıları içinde yer alan 197 ülkeden biridir. Türkiye aynı zamanda; 191 ülke tarafından onaylanan anlaşmayı imzalamasına karşın meclisinden geçirip onaylamayan 6 ülke içindedir.

2019 yılında Türkiye’den farklı siyasi görüşten 24 belediye “İklim için Kentler” adıyla bir bildirge sundular. Paris Anlaşması çerçevesinde 2030 yılına kadar gezegensel ısınmanın 1,5 derece sınırını aşmaması için gerekli çalışmaları gerçekleştirmeyi taahhüt ettiler. Bu taahhüt sadece para fonları, proje desteklerinin gölgesinde kaldı.

Bunlardan biri: 2019 yılında Avrupa Birliği (AB) tarafından benimsenen yeni “sürdürülebilir ekonomik büyüme stratejisi” Avrupa Yeşil Mutabakatı. İklim alanında 2050’ye kadar AB’nin net sera gazı emisyonlarının sıfırlanması çalışması rafta kaldı.

Bunlardan ikincisi: Cumhurbaşkanlığı’nın 16 Temmuz 2021 tarihli Yeşil Mutabakat Eylem Planı Genelgesi oldu. Genelge konuyla ilgili 9 bakanlıktan oluşan bir çalışma grubu oluşturulmasına dair esasları kapsarken bir yandan da AB ile bu zamana kadar “tesis edilen ileri ekonomik bütünleşme ile ülkemizin küresel ekonomiye ve tedarik zincirlerine sağladığı entegrasyonun güçlendirilmesi” çalışması olmasına rağmen raftan inmedi.

Ataklar devam etti: Bu kapsamda Adil Dönüşüm Fonu (Just Transition Fund) “karbon nötrlüğe” geçişte sosyoekonomik zorluklarla karşılaşacak bölgelere 2021-2027 yılları arasında toplam 100 milyon avroluk destek sağlamayı amaçlayan yeni bir finansal fon ortaya çıktı.

Bu fon ile ulus devletler tarafından AB NUTS 2 bölgeleri (AB İstatistiki Bölge Birimleri Nomenklatörü’nün bölgesel politikaların uygulanması için belirlediği temel bölgeler) ile uyumlu adil dönüşüm alansal planları (territorial plans) oluşturmayı hedefliyorlar. Henüz Türkiye’de buna ilişkin herhangi bir çalışma olmamasına karşın Ufuk 2020 Programı kapsamında TÜBİTAK üzerinden Avrupa Yeşil Mutabakat (2021-2027) çağrısı gerçekleştirildi. Bakalım bu çağrı kimlerde nasıl karşılık görecek?

Yeşil Mutabakat, AB Katılım Öncesi Mali Yardım Programı Üçüncü̈ Dönemi (IPA 3) önemli bir açılım gerçekleştirdi. Bu konuda çalışma yürüten Belediyeler, iklim eylem planları kapsamında belirledikleri öncelikli faaliyetlerini bu çalışma kapsamında sürdürebilecekler. Çalışmaları olmayan Belediyeler geliştirecekleri projeler ile bu finansman kaynaklarından faydalanabilirler.

Hadi Hayırlısı…