Yaşamdaki tüm faaliyetlerin nihai amacı insanlardır ve kalkınma insanların başarıları, özgürlükleri ve neler yapabilecekleri üzerine temellendirilir. Bir ülkede; eğitim seviyesinin yüksek olması, kalifiye işgücü doğuracağı için ekonomik ve sosyal sonuçlar bakımından kalkınmayı olumlu yönde etkiler ve ekonomik büyümenin en temel öğesi de insandır. Bu noktada insana yapılan her yatırım aynı zamanda büyümeye de fayda sağlamaktadır. 

Bu bağlamda ekonomi uzmanları insani gelişmeyi; ekonomik büyüme yaratırken bireylerin sahip oldukları fırsat ve özgürlükleri de artırma süreci olarak görürler. Ancak AKP'nin yönettiği Türkiye'de bu durum da hiç iç açıcı değil. Bir ülkenin gerçek zenginliğinin insanlar olduğunu hiç bir zaman unutmamamız gerekiyor. Bir toplum  bireylerinin temel gereksinimlerinin yanı sıra daha üst düzey gereksinimlerinin karşılanmasını sağlayıcı ortamlar oluşturması, insani gelişim yaklaşımının da temel felsefesini oluşturuyor. Ulusların kalkınmasını ekonomik büyüme ve büyümeyi ifade eden sayısal değerlerde gören kalkınma anlayışı 1980’ler sonrası zayıflayarak yerini insani gelişme anlayışına bıraktı. Bu yaklaşım, üretim ve zenginliğin artmasını bir önkoşul, bir başlangıç olarak görür ve kalkınmanın merkezine insanı koyar. Yine 1990’dan bu yana hazırlanan İnsani Kalkınma Raporları aracılığıyla ülkeleri insani kalkınma açısından karşılaştırmak mümkün hale geldi. Uluslararası insani gelişmişlik performansında dikkate alınması gereken en önemli nokta ise ülkelerin başarısının göreli olduğunu ortaya koymasıdır. Bu konuda AKP iktidarı sürecine bakacak olursak,  orta gelir düzeyindeki büyük bir kesimin alt gelir düzeyine düştüğü ülkeler arasında yer aldığı görülüyor. Bu başarısızlığın nedenlerinden olan ekonomik ve sosyal sorunlar, ırk, din, cinsiyet, yaş, gelir seviyesi gibi insanların toplumsal eşitsizliklere maruz bırakılmalarını sayabiliriz. Suriye savaşı sonrası yaşanan mülteci, göçmen sorunuyla birlikte, toplumsal haklara ve hizmetlere erişim noktasında biriken sorunların çözülmesi ve artarak devam etmesini çarpıcı bir örnek olarak gösterebiliriz. Dezavantajlı olarak tanımlanan bu bireylerin topluma entegrasyonu sağlanamaması, “sosyal açıdan uyumsuz” görülerek toplum dışında bırakılması ise ülke için büyük bir tehlikeyi de içinde barındırıyor. Mevcut tabloda sosyal sorunlara dair yapısal nedenlerin incelenmemesi, anlık ve geçici çözümler üretilmesi sorunlar yumağını daha da büyültmüştür. Bu çözümsüzlük sürecinin önemli bir adımı ise sosyal sorunları yaşayanların ekonomik, sosyal ve siyasal yönden toplumun dışında bırakılmalarıdır. Öte yanda toplumsal yapı içerisinde biz/öteki ayrımı ile “öteki” olarak tanımlanan dezavantajlı grupların hayatlarını dönüştürme gücünün farklı yönlere kanalize edilmesi de dikkat çekici ve sıkıntılı bir başka nokta. Kısaca özetlemek gerekirse toplumsal gelişme sadece ekonomik büyüme ile değil, bir toplumdaki fertlerin ortak duyguları, değerleri paylaşması, aralarında iletişimin, dayanışmanın yüksek olması yurttaşların ortak değerleri etrafında bütünleşmesi ile sağlanır. Akılcı düşünmek, önyargılı olmamak, insana yalnızca insan olduğu için değer vermek, bireylerin hak ve özgürlüklerine saygılı olmak, kendisi gibi düşünmeyen ya da kendinden olmayan insanları hoşgörüyle karşılayabilmek, ötekileştirmemek gibi özellikler toplumsal gelişmenin olmazsa olmaz koşullarıdır. Ancak bu değerler AKP'nin bilimsellikten uzak siyasi islamcı anlayışı yüzünden ciddi bir şekilde erezyona uğradı. Hiç bir zaman bir araya gelememiş, emperyalist ülkelerin her zaman kuklası olmuş İslam dünyasına bakarsak bu çok parçalı yapıyı görürsünüz. 57 İslam ülkesinin dini İslam ama farklı çizgideler, ortak payda yok. Bilimde, Sanatta, Kültürde, Teknolojide, Marka üretmede yoklar. Yine ahlaki anlayışta, dürüstlükte, kadın haklarında, özgürlükte, insan haklarında, eşitlikçi düşüncede ve uygulamada yoklar. Ilımlı islamcılar da birçok ülkede iktidara geldiler ancak  beceremediler. Ahlaklı, hoşgörülü olamadılar.

Demokrasiyi, insan haklarını, özgürlüğü, dürüstlüğü, hakkı hukuku, adaleti, hoşgörüyü barış içinde bir arada yaşamayı anlayamadılar, içselleştiremediler ve kabullenemediler. Onları başarısız kılan ise emperyalist efendileri tarafından ülke yönetime getirdikleri kişi ve etrafında kümelenen kişileri önce yalana alıştırmaları, nefret duygusunu aşılayarak, kindarlığı beslenmelerini  yanı sıra, haramı helal göstererek, ellerini kana bulamaları gibi bir çok şeyi sayabiliriz. Uluslararası İnsani Gelişmişlik Performansında da yer alan çağdaş insanlık anlayışı; akıl ve bilim öncülüğünde, hoşgörüyü, barış içinde bir arada yaşamayı, insanı, hayvanı, bitkiyi, doğayı bir bütün olarak görmeyi, anlamayı, bilmeyi öngörüyor. Bu girdaptan çıkmanın tek ve en zor yolu ise toplumların gelecekleri için eğitime yapacakları yatırım ve bilime verdiği önemden geçiyor. Bir ülkenin kalkınmasının temeli olan eğitimin önemini İtalyan şair Dante'nin "Eğitim, ekmek ve sudan sonra, halkın en zorunlu ihtiyacıdır." sözleriyle bir kez daha vurgulamak istiyorum.