Ramis Sağlam - İz Dergi’nin Ekim/2016 Sayısı için yapacağım röportajın ikinci konuğu için uygun yer arıyordum. Hem açık hava olmalı, hem de sohbetimiz kesilmemeliydi. Röportaj için en uygun yer, İzmir Tarihi Hava Gazı Fabrikasının bahçesiydi.  Akçalı ile aynı anda buluşma noktasına geldik. Sıcak bir selamlaşmadan sonra acılarımızı, biriktirdiklerimizi paylaşmak vardı sırada.  

Aklıma ilk gelen Murat Öğretmeni, ilk gördüğüm 9 Eylül Üniversite Hastanesi’nde kolları, bacakları alçı içindeki yatar haliydi. Kendimi tanıtmış, kısa bir sohbetin ardından yıkılmış bir halde,  oradan ayrılmıştım.  Sonra bir kaç kez daha ziyaretine gitmiş, arkadaş, dost olmuştuk.

Sohbetimizde ne kadar iki kişi gibi görünsek de, küçük bir konuğumuz daha vardı. Erdem yani Murat Öğretmenin 9 yaşındaki oğlu, hiç olmadık yerde, babasının yanında, yüreğinde bitiveriyordu. Çünkü barış istemeye Erdem için, nice Erdemler için gitmişti. O yüzden, Erdem sohbetimizin yakın tanığıydı; babasının nezdinde.

İlk soruyu sorarak yaşanmışlıklara, acılara ve öfkeye yolculuğumuzu başlattım. ”Ankara’daki mitinge neden gittin?” diyorum. Önceden hazırlıklıymış gibi sorum gibi net cevap alıyorum.  Akçalı, sendikaya 6 yıl önce üye olmuş. Duyarlılığı sendikadan önce tabii ki... İnsanlar, çocuklar ölüyordu. Ali İsmail Korkmaz’ın, ölümü Murat Akçalı’yı çok etkilemişti.  Reklam panolarında onun resmini gördükçe, bir şeyler yapma düşüncesi daha da pekişiyordu.

Masa da konular hava da uçuşuyor, birden değişiyor ya da aynı gövde de başka bir dala konuyordu. Akçalı öğrencilerine, insan sevgisini nasıl anlattığını aktarıyor. Murat Öğretmen çocuklarına seslenir gibi devam ediyor; “ İnsan sevgisi ideolojilerden önce gelir.” diyor.

Birden, bıraktığımız yerden, Ankara’ya gidişine geri dönüyoruz. Erdem’i, yani oğlunu halasına bırakarak yola çıkar.  Fakat Erdem hep yanındadır. Barış için Erdemler için gittiğini özellikle tekrar tekrar vurgulamaya devam ediyor.

İnsan nelere alışıyor, alıştırılıyor, derken birden elimi tutup, parmağındaki şarapnel parçalarına dokunduruyor. Dokunduğum, o gün yani 10 Ekim’di. Dokunduğum acılarım, acılarımızdı. Akçalı’nın bedeninde 15 ile 20 arasında bilye şarapnel parçalarıydı. Onlar ile yaşamaya alıştırılmıştı.

Yüreklerimiz, dinmek bilmeyen acıların ustası yüreklerimizle bilincimiz durmadan kavga halinde... Birilerinin acıları, ne yazık ki artık bu topraklarda birilerine sevinç oluyordu.

Katliam sonrası Ankara’da tedavi gördüğü hastanedeki anısını anlatırken, öfkeyle karışık acı birden yüzüne oturuyor. Yoğun bakımda, kendilerinden haber alamayan, onları görmek isteyenlere “hayır” cevabı verilirken, AKP’li bir vekil yanındakilerle birlikte elinde gülle, yoğun bakıma girince olanlar oluyor. Vekil ve yanındakiler tepkiler sonrası alelacele yoğun bakımı terk etmek zorunda kalıyor.

İzmir’e gitmek, İzmir’de tedavisini sürdürmek istediğini belirttiğinde ise “olumlu” yanıt alıyor. Sağlık durumu karayolu ile İzmir’e gitmesine engeldi.. Havayolu ile gitmesi gerekiyordu; yaraları ölümcül risk taşıyordu. Ha bugün ha yarın denilerek, İzmir sevki 5 gün boyunca sarkıtılıyor. Bazı yetkililer ise “Bu hizmetin Avrupa’da bile yok” diye övünüyorlar. Avrupa’da, istihbari bilgi olmasına rağmen 101 yurttaşını ölüme terk etmek var mıdır onu düşünüyorum?

Murat Öğretmenin yüzü bir anda yumuşuyor, suratına gülümseme oturuyor. Tamam diyorum, şimdi güzel bir anıyı aktaracak. Ankara’da yattığı hastanenin yoğun bakım ünitesine ifade için bir polis gelir. Akçalı, “ifade vermeyeceğim” demesi üzerine polis amirini arar. Amiri, “ifade vermeyeceğinin ifadesini versin” der. Akçalı bunu kabul eder. Fakat bir sorun vardır. Murat Öğretmenin iki elide alçıdadır. Ne imza atabilir, ne de parmak basabilir. Dalga geçme sırası Akçalı’dadır; “Getir, burun basayım” der.

İzmir’e 5 gün sonra saat 16.00’da yola çıkacağı belli olur. Erdem’i, ailesini görebilecektir. Sendikası Eğitim-Sen ve yakınlarından oluşan 150’ye yakın kişi, Adnan Menderes'te toplanır

Akçalı, uçağa bindirildiğinde, uçakta hasta bir bebek olduğunu görür; “İzmir yolculuğumda yalnız değilim.” der, yanındaki refakatçi sağlık görevlilerine... Onlarda, “evet” derler... İzmir’i görmek için can atmaktadır. Uçak, inişe geçtiğinde Sarnıç ve çevresini göreceğini bildiği için dikkatlice bakması, tanımasına yetmez. Çünkü uçağın indiği yer İzmir değil Denizli’dir. Yanındaki bebek ise dönemin Sağlık Bakanı’nın bir yakının bebeğidir. Yani uçak, Murat Öğretmen içinde kalkmamıştır. Murat Akçalı’ya, söylenen “bebek hastalandığı için Denizli’ye indik ” gibi gerçek dışı açıklamalar, karşı çıkışlar, tartışmalar sonuç vermez ve kara yolculuğu, ölüm riskine rağmen başlar. Sanki Akçalı’nın ölmesi için her şey yapılıyor gibidir. Zorlu bir yolculuk başlar. Denizli’den yanına verilen sağlık görevlisi, yolda olabileceklere karşı müdahale edip etmeyeceği belli değildir. Denizli’den, yola çıktıkları ambulans, Akçalı’yı Selçuk’ta bir benzin istasyonun dışında yol kenarında 15 dakika beklettikten sonra ikinci bir ambulansla 9 Eylül Üniversite Hastanesi’ne nakledilir. Ölüm riski olan bir hasta bir uçak ve iki ambulansla, Ankara-İzmir yolculuğunu tamamlamak zorunda kalır.

Sonra mı? Sonra yoğun tedavi süreci İzmir’de tamamlanır. Tekerlekli sandalyeyle hastaneden çıkar. Ziyaretçilerine hep moral verir. Çok sevdiği öğrencilerine kavuşur, onlara barışı, kardeşliği anlatmaya devam eder.

Barış eylemlerinde, çocuklar ölmesin diye haykırmaya devam eder. 

 

EKİM SAYISI SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi