İlk gençlik yıllarından itibaren kitabevlerinde çalışmış Murat Şahin. Ömrüne dair bu ifadeyi kullanmak için geçerli sebeplerden biri bu, yani ‘sattığı’ kitaplar. Bir diğeri de yazdığı kitaplar. İzmirli ‘kitapçı yazar’ Murat Şahin’le konuştuk. Şahin, kitaplarla nasıl kaynaştığını anlatarak başladı:Biraz haşarı, düz duvara tırmanan öğrencilerdendim. Ortaokuldayken bir gün Türkçe öğretmenim ceza olarak dönem ödevimi ondan alacağımı söyledi. ‘Hayır’ diyemiyorsun tabi o dönem, mecburen ‘evet’ dedim. Bana ‘Sineklerin Tanrısı’ ve Yaşar Kemal’in ‘Teneke’sini ödev verdi. Eve gittim, anneme kitaplığın nerede olduğunu sordum. Annem ‘Ne kitaplığı?’ dedi.  Çünkü babam ‘80 döneminde siyasi olaylara karışmıştı ve evde ona ait kitaplar vardı sadece onlar da gardırobun altında dururdu. Gittim baktım kitaplardan biri Emin Çölaşan’ın ‘Turgut Nereden Koşuyor?’ kitabıydı diğeri ise Politzer’in ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ kitabıydı.  Tabi ki işime yaramadı. Sonra aklıma bir arkadaşım geldi. Annesinin kocaman kütüphanesi vardı. Hatta onu öğrenmemiz de ilginç oldu. Arkadaşım kitapların olduğu odaya bizi hiç sokmazdı, hep ‘orada annemin altınları var’ derdi. Bir gün başka bir arkadaşımla kapıyı açık görünce altınları görmek için odaya girdik, oda baştan aşağı kitaplarla doluydu. Meğer arkadaşımın altın dediği o kitaplarmış.

Hemen koştum arkadaşıma, kapıyı çaldım ‘annenin altınlarından birkaçına ihtiyacım var’ dedim.  Şaşırdı tabi, annesi de yaklaşık 1 yıl önce hayatını kaybetmişti, bir şey söylemesine izin vermeden daldım içeriye. Odaya bir girdim oda bomboş, kitapları sorduğumda sattığını söyledi. Çok üzüldüm ve o gün altın biriktirmeye karar verdim, kitaplar almaya başladım. Teneke benim kitap serüvenimin en başlangıcı ve dönüm noktasıdır.”

1994 yılına gelindiğinde ise Murat Şahin İletişim Kitabevinde çalışmaya başlıyor. Kitabevinde çalışması da okuma alışkanlığının iyice gelişmesini sağlamış. Çünkü okurla sohbet edebilmek için daha fazla okuması gerekmiş. “ Okur gelip ‘Şu kitabı okudunuz mu?’ diye soruyor ya da sizden kitap önerisi istiyor. Okumayan birisi olursanız mahcup olursunuz. O yüzden daha çok okudum. Bir de benim açımdan önerdiğim kitapların beğenilmesi büyük bir hazdır. Mesela Trevanian’dan ‘Şibumi’yi okudunuz mu?’ diyordum, ‘okumadım’ diyorsa ona yönlendiriyordum. 2 hafta sonra gelip beğendiğini söyleyip başka önerilerimi sorması beni çok keyiflendiriyor.  Bu bir kitapçı için çok değerli bir şey, okurun güvenini kazanıyorsun. Bir de iyi satış yapmak da önemli, yani domatesin çürüklerini vermemelisin, iyi domates vermelisin. Ben de hep bunu istedim. Böylece iyi bir okur oldum. 1996 yılında ise öyküler yazmaya başladım.”

Şahin ilk yazmaya başladığında raflarda kendi kitabını görmeyi pek düşünmemiş. Önceliği her zaman iyi bir okur olabilmekmiş. “İyi bir yazar önce iyi bir okur olmalı ama iyi okur iyi yazacak diye bir kaide yok” diyor. Yazmaya başladığında öykülerini birkaç yerde yayınlamış. 2008 yılında ise Pupa Yayınları ile anlaşıp onları kitap haline getirmiş. Tabi yazmaya devam etmiş. Notos Öykü, Dünyanın Öyküsü,  Kitapçı Dergisi gibi dergilerde öykülerini yayınlatmaya başlamış.

2010 yılında İstanbul Kültür Başkenti seçildiğinde herkes bir proje sunmuş. Bu projelerden birisi de Heyamola Yayınlarından çıkan ‘40 semt 40 yazar’ kitabıymış. 40 yazara yaşadığı semti anlattırmış. O dönem istenilen; yazara çocukluğunu, orada geçirdiği hayat hikayesini, oradaki insanların diyaloglarını, mahalle kültürünü bir tarihçi gibi değil de yazarın tarihi şeklinde sunmakmış. 2010 yılının sonlarına doğru da Ömer Asan bu projeyi Fergül Yücel ile birlikte İzmir’e taşımış. O dönem Fergül Yücel, Murat Şahin’i arayıp İzmir semtlerinden birini yazmasını istemiş. Şahin Gültepeli, orada doğmuş, orada büyümüş ve 2011’de ‘Direnişin Adı Gültepe’yi yazmış. “Ben bir işçi çocuğuyum. Gültepe’yi yazmak benim için oradaki işçi kültürünü ve işçi çocuklarını, onların hayatlarını yazmaktı. Mesela ben 3. sınıftan yaz aylarında beri çalışırım. O dönemler bütün dükkânları gezip ‘çırak arıyor musunuz?’ diye sorardık. Hem eve katkı sağlamak hem de ailedeki sorumluluğu biraz üstlenmek çabası. Ben bunu çok önemserim. Hatta eğer hayatta var olabildiysek, bir şeyler yapabilseydik bir sokak çocuğu olmamızdandır, diğeri de işçi bir ailenin çocuğu olmamızdandır. Yani işçi bir ailenin çocuğu olunca bütün sorumluluğu siz de yükleniyorsunuz. Bu iyi ya da kötü bir şey tartışılır ama benim açımdan dünyanın sorumluluğuyla büyüyorsun. Mesela o dönem durumu daha iyi olan bazı aileler çocuklarını bizimle oynatmazdı, bizler sokak çocuğuyduk onlara göre. Annemiz de babamız da çalıştığı için sokaklardaydık. Ama bu sayede ben 9-10 yaşında bütün İzmir’i öğrenmiştim. Arkadaşlarla her yere yürüyerek gidiyorduk. Bazı aileler çocuklarını yolladıklarında ‘Murat yanınızda mı?’ derdi ben varsam sorun olmazdı, avucumun içi gibi bilirdim İzmir’i. Yürüyerek Gültepe’den Levent’e, Levent’ten dümdüz Basmane, Basmane’den fuara geliyorduk.

2015 yılında ise Minimal Yayınları kendisinden bir öykü istemiş, Şahin de hazırladığı dosyayı onlara göndermiş, içinden bir öykü seçmeleri için. Sonrasında ise yayınevi tamamını basmak istediğini söylemiş ve 2015 yılında Esnaf Lokantası çıkmış. Esnaf Lokantası’nın da bir hikâyesi var elbet…  “Yanlış hatırlamıyorsam 2012 yılında İhsan Bayram adında bir yazarla tanıştım. İhsan Bayram, Yusuf Atıgan’ın çok yakın arkadaşıymış. Sürekli birlikte vakit geçirirlermiş. Biz ne zaman İhsan Bayram'la otursak Yusuf Atılgan'la olan hikâyelerini anlatırdı. Onların bu dostluğunu anlatan bir hikâye yazdım. Ben esnaf lokantalarını çok severim.  Çalışma koşullarından dolayı da hep esnaf lokantalarında yemek yerim, hem temizdir hem daha uygundur hem de çay üstü bedavadır. Ben de hikâyemde hem onların dostluklarını ele aldım hem de esnaf lokantalarını çok seven bir Yusuf Atılgan yaptım. Sonra İhsan Abiye verdim öyküyü okuması için, meğer Yusuf Atılgan da çok seviyormuş Esnaf lokantalarını. Bilmeden gerçek hayat öyküsünü yazmış oldum. Bu nedenle de kitabın adını Esnaf Lokantası koydum.” 

Sonrasında ise ‘Son Tren’i çıkartıyor Murat Şahin. İlk kitabı istediği okur kitlesine ulaşmadığı için de oradaki öykülerin bir kısmını alarak, onlara yeni öyküler ekleyerek oluşturuyor bu kitabı. Son Tren de Şair Özkan Mert hikâyesiymiş. Şahin’in bir amacı var aslında: Çok bilinmeyen şairleri ve yazarları parmakla okura göstermek, bilenlere ise hatırlatmak.

Mesela ‘Son Tren’ içindeki ‘Bekle Beni’, Konstantin Simonov’un hikâyesiymiş. Simonov zamanında gazetecilik yapmış bir şair. Ezginin Günlüğü’nün bestelediği ‘Bekle Beni’ isimli şiiri yazan şair. Hikâyesi Murat Şahin’in dilinden şöyle: “Simonov savaş döneminde gazetecilik yapmış. Belli dönemlerde hem sevgilisine hem de gazeteye mektup gönderiyor. Bir gün sevgilisine bir şiir gönderiyor, gazeteye de bir yazı. 4-5 ay geçiyor üstünden başka bir cepheye gidiyor. Savaşa ara verildiği bir anda dinlenmek için oturuyorlar hep birlikte. İçlerinden bir ‘hadi’ diyor, herkes bir cebinden bir kâğıt çıkarıyor ve Simonov’un sevgilisine yolladığı şiiri okumaya başlıyorlar hep bir ağızdan. Tabi şaşırıyor, bunu nereden bulduklarını soruyor. Meğer gazetede çıkmış, mektuplar karışmış, şiir gazeteye gitmiş. İşte bunu bilmeli insanlar. Ben insanların gerçek yaşamını kurguyla birleştirip içine insan sıcaklığı koyduğum hikâyeler yazıyorum.” Belki de tam da bu yüzden Murat Şahin hikâyeleri bizlere çok sıcak geliyordu. Şahin bununla ilgili de şöyle söylüyor: “Ben okurun beynine bağdaş kurup otururum, bir elimle de vicdanını ve kalbini yoklarım.”

Murat Şahin’in İhsan Bayram’la dostlukları devam etmiş. Her konuşmada Yusuf Atılgan da İhsan Bayram’ın dilinden onlara eşlik etmiş. Şahin bir gün İhsan Bayram’a bunları kitap haline getirmek istediğini söylemiş. Çünkü kimsenin bilmediği hikâyeler varmış ve Şahin bunları iletmek istiyormuş. Şöyle anlatıyor bunu da: “Mesela Yusuf Atılgan bir romanını yakıyor, neden yaktığını bilsin insanlar. Mesela 22, 28 rakamlarını kullanıyor Anayurt Oteli'nde nedenini bilsinler, Canistan’ın yarım bir kitap, sonunu bilelim. Mesela şu an Tayfa Balık’ın olduğu yer Özdemir İnce’nin eviymiş eskiden. Onlar Alsancak’a gidince Özdemir İnce’yi alıp Alsancak Stadı'nda Altay maçlarını izlemeye giderlermiş. Ben bunları herkes bilsin istedim.”

Bu isteğine İhsan Bayram da tamam deyince 22 Şubat Pazar günü söyleşi yapıyorlar. Röportajı yapmışlar. İhsan Bayram rahatsızmış biraz, yazının çözülmüş halini görmek istemiş ama yayınevinden geç gelince o son halini okuyamadan, vefat etmiş. Bir gün İhsan Abi’nin eşi Ayten Abla’yla  Murat Şahin oturmuşlar. Ona sormuş Yusuf Atılgan’ın nasıl biri olduğunu o da biraz düşündükten sonra “Tedirgin bir adamdı” demiş. Ve Şahin’in yeni kitabının ismi de böylece belli olmuş: “Tedirgin bir yazar: Yusuf Atılgan”.  Kitap yakında raflarda olacak. Şahin bu kitap için şöyle diyor: “Güzel bir Yusuf Atılgan kitabı olacağını düşünüyorum. En azından Yusuf Atılgan okuyanları, Yusuf Atılgan öykülerini, romanlarını inceleyenler için çok ayrıntılı olmasa da küçük bir rehber kitap olacak. Çünkü 22 ve 28 rakamlarını neden kullanıldığını merak edenlerin olduğunu ve bunun üzerine araştırma yapanların olduğunu biliyorum. Bunların hepsini söyledi İhsan Abi. Bu kitabın da edebiyat dünyasında edebiyata katkı anlamında ses getireceğine inanıyorum.”

‘KİMSE İZMİR’İN YAPISINI BOZAMAZ’

İzmir’in kendine has bir yapısı olduğuna inanıyor Şahin “Bence kimse bu yapıyı bozamaz, başka illerden gelenler bu yapıya ayak uyduruyor. Aslında uydurmak zorunda kalıyor. Ne kadar kozmopolit olursa olsun, gelen İzmirli oluyor. İzmir’i benimser benimsemez o ayrı ama İzmir’in yaşayış biçimine ayak uyduruyor. İstese de istemese de mecbur kalıyor.”

Şahin, İzmirli geleneği değil de İzmir geleneği diye bir şey olduğuna inanıyor. Bu nedenle ona göre İzmir hiçbir zaman değişmezmiş. “Bir hikâye var, bir şeyhin oğlu okumaya İzmir’e geliyor. 1. Sene dersler çok iyi ikinci sene biraz düşüyor, üçüncü sene iyice düşüyor. Şeyh çok önemli bir yaverini gönderiyor oğluna bakması için. Yaver geliyor diyor ki: ‘Şeyhim oğlun kurmuş rakı masasını içiyor’. Sonra bir iki uyarıyor çocuğu, bakıyor ki değişen bir şey yok. Çocuk onu masasına çağırıyor, oturup içiyorlar birlikte. Sonra adam şeyhi arayıp diyor ki: ‘Ya şeyhim rakı güzel, kızlar güzel, güneş de güzel, gel de yoldan çıkma.’ İzmir seni iyi anlamda yoldan çıkarır. Alsancak’ta çık sokağa gece insan dolu, hüzünlenenler, eğlenenler, yemek yiyenler, gezenler, ağlayanlar, gitar çalanlar… Böyle bir şey hiçbir yerde yok. Bu yüzden İzmir’in kadınları da çok rahattır, gece sokakta çok rahat dolaşır, iki kadın oturur içer kimse karışmaz. Böyle bir yapıyı da kimse bozdurmaz tabi böyle de bir durum var.”

 

KASIM SAYISI SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi