NİL KAHRAMANOĞLU/ İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Alaçatı Turizm Derneği ortaklığında bu yıl ilk kez düzenlenen Alaçatı Öykü Günleri’nin ikinci günü de dolu dolu geçti. 12-13-14 Şubat tarihlerinde “Edebiyat sizi yolculuğa çıkarır” şiarıyla gerçekleştirilen etkinliğin ikinci gününün ilk oturumunda edebiyatseverler “İzmir’in Romanı ve Öyküsü” söyleşisinde bir araya geldi. Kolaylaştırıcılığını Meral Kaplan’ın yaptığı söyleşide İz Gazete yazarı Murat Şahin ve yazar Ilgın Olut öykü serüvenlerini anlattı.

‘BİR GECEDE BAŞLADIM’

Yazma serüveninden bahseden Ilgın Olut, “Ailede herkesin doktor olması vesilesiyle ben de doktor olmaya karar verdim. İstanbul’ da bol serüvenli öğrencilik yılı geçirdim. Daha sonrasında yazma serüvenimin başladığı, âşık olduğum şehir olan Ankara’ya gittim. Yazmaya başlayan çoğu insan bunu kurgular, bende bir anda gelişti. Orhan Pamuk’un her ilk roman aslında bir öz yaşam öyküsüdür sözü her yazar için geçerli mi bilmiyorum ama benim için geçerli oldu. Kalp kırıcı bir süreç geçirdikten sonra bir gece bilgisayarın başına oturup yazmaya başladım ve kendimi de o günü de hayal meyal hatırlıyorum. Kendi hayatımı gözden geçirirken kendi kendime ben bunları yazmalıyım dedim” diye konuştu.

‘ŞEHİRLERİ BETİMLİYORUM’

Öyküyle yıldızının pek barışmadığını dile getiren Olut, “Yayınevleri ile barışmadı desem daha yerli olur. Birçok yerden geri çevrildik. Daha sonraki süreçte tıp kitapları basan bir yayınevi öykünüzü basalım dedi ve bu kitap çıktı. Bir gün yolda yürürken bir kitapevinin vitrininde kitabım Neva’yı gördüm. Ayın kitabı seçilmişti. Elbette ki çok heyecanlandım. Sonrasında İstanbul’dan büyük bir yayınevi beni aradı ve kitabı basmak istedi. Hacettepe’deki günlerimiz bitti. Afrika’ya gittim ve oradaki Masa Dağları’na bakarak ikinci kitabım Yüzler Arayan Adamı bitirdim. Yıllar sonra da İzmir’e dönüş yaptım ve çalışmalarıma devam ettim. Kitaplarımda şehirleri betimlemeyi çok seviyorum. Okuyucular da kitaplarımı okuduğunda şehir turu yaptıkları hissi verdiğin söyledi” açıklamasında bulundu.

‘GENÇLERE DE KAPI AÇTIK’

Okuma alışkanlığına dair konuşan Murat Şahin ise, “Okuma serüvenim çok ilginç başladı. Ortaokulda çok hareketli bir çocuktum. Okulda da biraz haylazlık yapıyordum. Bir gün okulda öğretmen bir ödev verdi ve iki kitabı okuyup özetlememi istedi. Biri Yaşar Kemal’in Teneke’si biri de William Golding’in Sineklerin Tanrısı kitabı. O günden sonra kitap biriktirmeye başladım. Okuma serüvenim burada başladı. 2008’de de ilk öykü kitabım çıktı. Birkaç öykü çalışması yaptım. Bunlar Pasaport’tan Kordon’a ve Vapur Hikâyeleri’dir. Gruplaşmalar birçok öykücüyü etkiliyor. Bir tek öykücüleri değil diğer sanatçıları da etkiliyor. Bizler öykülerimize yer verirken gençlere de kapı açıp alan tanıdık. Öykücülerin kendini gösterebilecekleri yerler dergilerdir. Fakat Türkiye’de dergilerin de ömürleri kısaldı. Artık her şey sosyal medyaya yansıyor. Popüler dergilerde gençlere daha fazla yer verilmelidir” ifadelerini kullandı.
Dijitalleşme hakkında da değerlendirmelerde bulunan Şahin, “Bizim nostaljik bir havamız var ve kitaba dokunup koklamak istiyoruz. O yüzden bir nesil daha böyle devam eder” dedi.

Bir sonraki oturumda kolaylaştırıcılığını İz Gazete Editörü Nil Kahramanoğlu’nun yaptığı “Antik Yunan ve Roma’da Şiir” başlıklı söyleşide yazar Cevdet Yüceer edebiyatseverlerle buluştu.

Şiirin kendisi için vazgeçilmez bir tutku haline geldiğini söyleyerek konuşmasına başlayan Yüceer, “Yıllardır şiir tarihi içinde dolaşıp duruyorum. Şiir üzerine yazılar yazmaya başladım. Şiir tarihi çok eski. Tüm sanatların şiirden beslendiğini düşünüyorum. Şiir yazılan bir şey değildir, yapılan bir şeydir. Şiir Antik Yunan ve Roma’ya nasıl gelmiş ona değinelim. Irak yakınlarında yapılan kazılarda kilden ve tahtadan yapılmış tabletler bulunuyor. Bunların içinden şiir çıkıyor. Ama bunlar nasıl şiir? Bunlar Ephos. Yani destan, yaratılış efsanesi. Şiir yaratılış efsanesinden doğuyor. Antik Yunan’a kadar şiir bu şekilde geldi” diye konuştu.

‘LİRİK ŞİİR EGE’YE AİTTİR’

İzmir’de şiir deyince akla gelen ilk ismin Homeros olduğunu belirten Yüceer, “Lirik şiir Ege’ye ait bir şiirdir ve Homeros ile başlar. Biraz daha geriye gittiğimizde Mısır’da tabletler bulunuyor. Orada da şiirler yazılmış. 3 tema var. Birinci tema firavunlara yazılan övgüler, ikinci tema Nil Nehri’ne övgüler, üçüncü tema da aşk. Daha sonra İyonya’da şiirin şekli değişiyor ve yüzlerce şair çıkıyor. Arkasından Helenistik Dönem başlıyor. Dünyanın her yerinde şiir var. Şiir tarihi de çok zengin bir tarih. Şiir mirası genetik bir süreçle devam ediyor Roma’ya kadar. Orada 3 tane önemli şair yetişiyor. O şairler de günümüze ışık tutacak birçok esere imza atmıştır” dedi.

Günün son oturumunda kolaylaştırıcılığını İz Gazete yazarı Batıgün Sarıkaya’nın yaptığı “Öykünün Duvarları” başlıklı söyleşide, yazarlar Handan Gökçek ve Duygu Özsüphandağ Yayman konuştu.


Duvarlara yazılan öykülerin başlangıcından bahseden Handan Gökçek, “Aslında duvar yazıları mağaralardaki resimlerle başlar. Hepimiz yaşamsal birikimimizle yazarız duvarlara yazıları. Duvarların hikâyesi insanlarla birlikte sürer gider. Bazen düşünürüm; hiç resim görmemiş ilk insan aklına ne geldi de duvarı kullanarak bir hikâye resmetti? İnsan geleceğe atılmış bir sözdür aslındı ve sürekli söz değişir. Belki de geleceğe kalma içgüdüsüyle yapıldı” şeklinde konuştu.

‘ÖNEMLİ BİR METAFOR’

“Modern dönemde duvar çok farklı anlarda ve çok önemli bir metafor olarak kullanılıyor” diyen Duygu Özsüphandağ Yayman, “Öykü ve duvar nasıl bir araya gelir? Bu konuyu neden seçtik onun üstüne konuşmak istiyorum. Kâğıt, kalemin, yazının olmadığı zamanlarda bir kalıcılık özlemiyle ölümlülüğün açmasına bir yol açmak istemek olabilir. Duvarlar daha sonra tarih içinde anlam değiştiriyor. İnsanının kendini koruma, güvenlik altına alma ihtiyacına da duvarlar önemli bir rol üstleniyor. Duvarların kıyısından yazılmış aslında hayatlarımız. Mağara duvarları buna bir örnek olabilir. Ortaçağ Avrupa’sına baktığımızda kentler surların içinde, şatolar surların içinde; köylülerse surların dışında tarlalarda yaşıyordu. Sanayi Devrimi sonrasındaysa daha da anlam değiştiriyor. Artık güvenlik anlamını aşıyor, esaret, özgürlüklerin kısıtlandırılması, tecrit gibi birtakım anlamlara geliyor. Bu da modern yaşamla birlikte değişen sosyolojinin, siyasi yapının sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Böyle olunca da duvar modern edebiyatta çok farklı anlamlar kazanıyor, önemli bir metafor olarak kullanılıyor” ifadelerine yer verdi.

‘DUVARLAR KONUŞUYOR’

Duvar yazılarının ilk çağlardan günümüze var olduğu dile getiren Handan Gökçek, “Duvarlar konuşuyor. Duvarlar bazen isyanı, bazen aşkı anlatıyor. Atalarımız yalnız taştan duvar olmaz demiştir. İzmir’in duvarlarına baktığımızda hiç de yalnız değil. Duvarlarda yaşanan aşklar da çarpar gözümüze. Bir kitabı isteyerek seçersiniz, alırsınız. Ama duvara yazılan yazıyı zihin otomatik okur. O yüzden belki de insana en çok ulaşan duvar yazılarıdır. Her şeyin olduğu gibi kayıt fiyatlarının arttığı bu dönemde duvarlara ücretsiz yazılar yazılabiliyor. Bir de sosyal medya duvarları var. Birçok şeyi o sosyal medya duvarlarından öğreniyoruz. Geçmişin duvarları şimdi dijital duvarlar olarak karşımıza çıkıyor. Duvarlara yazılan her yazı benim için minimal öyküdür aslında. Tarihin her döneminde siyasal ve gündelik sorunlarıyla birlikte hissettiklerini duvarlara yazdı. Belki de genetik kodlarımızda var. Şimdi de sosyal medyayı kullanıyoruz. En güzel, anlamlı, mizahi duvar yazılarını Gezi Direnişi döneminde gördük. Etkiye tepkiyi duvar yazılarıyla veriyoruz. İnsanlığın arayüzü gibidir duvar yazıları” açıklamasında bulundu.

‘DUVARDA ÖZGÜRLÜK VAR’

İnsanın kendini ifade etme aracı olarak duvar yazılarını kullandığını dile getiren Özsüphandağ Yayman, “İnsanını iletişim ihtiyacı, kendini ifade etme ihtiyacı aslında. Başka yazılacak bir sürü yer var hâlbuki. Ama duvar yazısının özgürlüğü, efsaneleşmesi, derin zekâ başka yerde yok. Çünkü orada sansür yok, kimse dur demiyor. Birbirimize kendimizi anlatmaya ihtiyacımız var. Anlatarak yaşamaya devam edebiliyoruz. Kentler duvarlarla çevrelenmiş alanlardan kurulu alanlar. Bu alanlardan, duvarların arasından hikâyeler yaratıyoruz” dedi.

SÜMÜKLÜ BÖCEK METAFORU

Bütün sanat eserlerinin bir hikâye anlattığını söyleyen Özsüphandağ Yayman, “Modern dönem edebiyatı bunun nasıl izini sürebilir diye baktığımızda; bir insan duvara bakarak neler görebilir? Hangi hikâyeleri nasıl canlandırabilir? Virginia Wolf’un Duvardaki İz öyküsünü okuduğumuz zaman bir başyapıt olarak karşımıza çıkıyor. Kitabın sonunda sümüklü böcek metaforuyla bizi baş başa bırakıyor. Bilirsiniz sümüklü böceklerinde izi vardır. Edebiyatta sümüklü böcek; gerçeklikten kopuş, ölümle yaşam arasında gibi birtakım anlamlar taşır. Sarı Duvar Kâğıdı, Sabahattin Ali’nin Sinop Cezaevi’nde yazdığı Duvar öyküsü ve Aldırma Gönül adlı şiirinin dizelerinde de geçer duvarlar. Bambaşka anlamlar yükleşmiştir duvarlara. Nazım Hikmet’ten bahsetmeden duvarları ve edebiyatı tamamlayamayız diye düşünüyorum. Ankara ve Bursa cezaevlerinde toplam 13 yıl kalmıştır. Ve ironiktir ki en güzel şiirlerini o duvarların arasında yazmıştır” diye konuştu.

Editör: Haber Merkezi