“kendi küçük harflerime sığınıyorum”

Ahmet Erhan

Açıkça konuşmalıyız geç karşıma dedim aynadaki yansımama. Konuşmalıyız şiirleri. Vakit olmadığını ve kendimle konuşmanın olağan dünyanın kurallarına uymadığını bilmez miyim hiç. Sevdaya dair en basit cümleleri kurarak, sözcükleri paraya tahvil edenleri tartışmalıyız yine de biraz. Ve hatta yalanlarla, iftiralarla kuşatılmış hayallerini yeniden tomurcuklandırmayı. Yok öyle hemen suratına çizme hüznü. Başka bir şey anlatacağım.

Kente benzemek nasıl bir şey gerçekten. Ve içinde hissetmek kentin ağaçlarına vuran rüzgarı. Bulutlar gibi bakıyorum tepeden, deneyimlerin yıktığı evlerime. Tahtadan bir Rum evindeyim, Tarihi Asansörün yanındaki merdivenlerde. Ne yalan söyleyim hafif isli hava. Yağmurdan kaçılır mı gerçekten? Liseli yılların en afili cümlelerini kurdurmadı mı bize o yağmur. Vesile oldu da iki laf edebildik insanlarla. Merak etme hemen o yılların edebiyatını bıraktım. Şiirlerin içini aldım kabuk kaldı geriye. Bir yol bulalım birlikte. Denizlerin nemli rüzgarlarının vücudumuzda gezdiği. Ahmet Kaya’nın şarkıları otursun sesimizin rengine ve açalım rakıyı Karaburun’un tahta bir iskelesinde. Olmak istediğin şeylerden bahset bana. Görmediğim ne varsa içimdeki uçurumda anlat. Kendini iyi zanneder ya herkes ve sever biraz da, yüzleş benimle. Bir masalın cadısı gibi kaldık seninle. Yansıma belki çok eskiden başka birinin gözünde. Çok odalı kalplerinden bahset bana. Yanılmaların, düşüncesizliklerin. Kırılganlıklarından aldığın deneyimler açtı sana bu hayal perdesini ama değil mi? Tüm yaşadıklarının anlattığı bir şey var ellerine. Bak yine geldi aklıma yoksun bırakılmış cümlelere dizilen övgüler. Vasatlık güce dönüşmüş ve apışmış yakana. İrlanda’nın turuncu saçlı çocuklarına övündüğün isyankarlıkların, yıllarının neresinde kaldı? Bi plak vardı.

Bir şeyi başarmak için hep bi şeyin eksik kaldığını söyledin. Kalmıştır da. Ama şimdi bulduğun bahaneler can çekişiyor. Kalk hadi gidelim bir kahve içelim. Düşlerinin elinden tut ve sarıl ona. Belki de en beklenmedik yerde öp onu dudağından. Doğur çocukluğundan beri hayal ettiklerini. Gerçek. Gerçekleşmekte olan. İşte şimdi sırasıdır Ödemiş’in göl kıyısında ıslık çalmanın. Kar yığınlarına basan ayak seslerini dinlemenin. Belki de Anavatos tepesinde bir haykırış, geçmişin barbarlığına. Unutma!

Bir solukta okunacak şeyler, insanların etraftakilere aldırmadan gazetenin üstünden sesli güleceği şeyler yazmak maksadın biliyorum. Olur da bu. Neden olmasın? Onlarca düşle birlikte kanat çırpabilirsin maviliklerde. Sana bi isim takmak lazım ama. Daha önce hiç görülmemiş bir tür olacaksın bulutların içinde.

Kordonda bir bankta rüzgardan yediğin dayağın sersemliğiyle geçtim karşına aklımda dalgalanma yok dingin usum. Aynı şeyleri tekrar duymaktan bıktın belki ama güzel şeylere gebe bir kentin içindeyim. Savaşlardan bahsediyor sosyal medya ve internet platformundaki bir yayında Mesihi anlatıyorlar. Yine de, o sonda bile, gökyüzünde belirse roket üstümüze, bu dünyayı değiştirmek için Nazım gibi sevdalanacağız hayata. Bekle ve gör. Neler, neleri etkileyecek ve nasıl güzelleşecek gerçek. Sahi kitap aldın mı bu hafta? İyi bir oyunu izledin mi? Sosyal medyaya girdiğinde, karamsarlığa boğulma biraz da İzmir’e çevir yüzünü, İzmir’in düşbaz aşıklarına. Bak neler müjdeliyorlar sana.