Eski fotoğraflar düşüyor zaman zaman önüme. Yüzlerimize bakıyorum. Çok değil iki sene öncesinin fotoğrafları bile olsa bunlar, farklı yüzler görüyorum. Çok mu yaşlanmışız? Öyle diyemem. Aynı mı kalmışız? Hiç zannetmiyorum.

Çok geçmedi üzerinden. Daha geçen sene bu vakitler bugün olduğumuz yerden çok farklı bir yerdeydik. Duygularımız, düşüncelerimiz bambaşkaydı. Birçok şey yaşamıştık. O vakitten bu vakte yaşadıklarımızı ise henüz yaşamamıştık.

Belirsizliğin ortasında, bir virüsün bilinmezliğinde, geleceğin sorgulamasında, adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin daha görünür olduğu bir ortamda kendimizi iyi etmeye çalışırken yeni normal denen şeylere alışmaya çalışıyor, ölümleri sayıyor, kızıyor, iyileşmemiz için bilimin ve hükümetlerin yardımını bekliyorduk. Komplo teorilerine gelecek tahminleri, şu vakte geçer dediğimiz zamanlara daha da uzayacak galiba dediğimiz zamanlar eklenmişti. Üstelik daha sel, deprem gibi doğal felaketleri, geldiğimiz noktadaki ekonomik bunalımları yaşamamıştık.

Bir devrin kapandığını hissediyorduk da bazıları en başından beri söylerken bazıları hâlâ inkâr ediyordu. Geçmişe tutunmuş, o geçmişe dönmenin yollarını arıyorduk. Bu süreçte “başka türlüsü mümkün” demeye de başlamıştık. Başka mümkünleri sorguluyor, geçmiş ve gelecek arasında bocalıyorduk. “Hiçbir şey değişmeyecek” yanlısı insanların yanında “Ne o yani, akşamdan sabaha mı değişecek her şey” diyenler de vardı.

Bugün geldiğimiz noktada bir şeyler değişmedi belki ama çok şey çok değişti aslında. Geçmişteki fotoğraflara bakıp bugün yüzümüzü aynaya çevirdiğimizde, yaşamımıza, düşüncelerimize, sevdiklerimizle ilişkilerimize, iş yapış şekillerimize baktığımızda aynı gibi görünen şeyler bile epey değişti. Ondan fotoğraflarda iki sene arasında büyük büyük farklar görmemiz… Çünkü bu iki sene ciddi bir geçiş dönemi hayatımızda. Ve geçmeye devam ediyoruz edindiğimiz, edinmekte olduğumuz yeni benlik ve alışkanlıklarımızla.

Bugünkü sen, iki sene önceki senden ne kadar ve nasıl farklı? Yaşamın tüm aynılığıyla aktığını düşündüğün zamanlarda bile sende, yaşamında değişen ne? Hangi duygular dönüştü ve dönüşmekte? Neler eskisi gibi değil ve nelerde biliyorsun ki dönüş yok eskiye?

Dünya değişiyor, bazı şeyler hep aynı. Ama öyle yerlerden oynuyor ki dünya yeniden başlamak için büyük fırsatlar sunuyor. Biraz düşünmek, biraz sorgulamak gerekiyor ve biraz elini taşın altına koymak…

***

Son günlerde almaktan en çok hoşlandığım haber açık havada yapılan kitap günleri, kitap fuarı buluşmaları. Eskiden de olurdu elbet ama bu yoğunlukta ve önemde değildi hayatımızda. Sadece İzmir ve İstanbul belediyeleri değil, başka merkezlerde de açılan fuarları gördükçe özlediklerimize yavaş yavaş kavuşmakta oluşumuz beni umutlandırıyor. Bakalım bundan sonraki fuarlarda neleri, nasıl daha farklı yapacağız. Çünkü parklara, meydanlara yayılmış bu etkinlikler bana göre olumlu bir değişimin habercisi.

Bu arada fark ettim ki açık hava etkinlikleri beni çekip mutlu etse de AVM’lerde akan hayat aynı. Yok, dedim, bir normale dönülecekse o normal bu olmasın, betona dönmeyelim. Sonra kadın erkek eşitsizliğini konu edinen bir gazete yazısına gelen tepki maillerini gördüm – yazıda bir kelime geçtiği için. Daha, dedim, kelimelere tahammülümüz yok, kullanmaya cesaretimiz yok; eleştirmeye, konuşmaya, otoritemizi sarsmaya izin yok, nasıl değişecek bu dünya?

Sonra Woolf’un, Cixous’un ve Le Guin’in söyledikleri yeniden çıktı karşıma: Bedeni yazmak yalnızca başlangıç, dünyayı yeniden yazmalıyız…

Eski ve yeni fotoğraflar arasındaki farkı düşündüm, yenilenen hayatımızı… Düşünmek, sorgulamak, elini taşın altına koymak. Dünyayı yeniden yazmalıyız. Ama gerçekten yazmalıyız. Kadın erkek tüm insanlık hep birlikte. Altüst olmuş, kendini yücelttiğiyle birlikte tüketen bir dünyadan yaşanabilir ve sürdürülebilir bir dünya yaratarak yazmalıyız. Ama yazmalıyız.