Osmanlı döneminde Mardin’den sürgünle başlayan bir hikayenin Lübnan topraklarındaki başka bir hikaye ile buluşması, ilerleyen yıllarda Beyrut’un sokaklarından, Ortadoğu coğrafyasına oradan da tüm dünyaya yayılan ezgilerin büyülü öyküsünün de başlangıcı olur. Beyrut sokaklarından tarihe düşülen bir not gibidir Feyruz’un sesi, yeryüzüne silinmesi imkansız izler bırakmıştır. Tabi yarattığı bu etkinin sebebi sahip olduğu sesin etkileyiciliği değildir tek başına. Sahip olduğu ünün ardından kendisini huzurunda konser vermeye davet eden Cezayir başkanının bu davetini reddetmiştir örneğin. Bu nedenle kendisine Lübnan radyolarında uygulanan ambargoya rağmen, tavrını değiştirmediği içindir Feyruz’un dünyanın dört bir yanında bıraktığı etkinin gücü. Dünyanın her yerinde, tüm halklara şarkılar söyleyeceğini ama bir diktatöre asla konser vermeyeceğini ifade ettiği içindir yıllardan bu yana değerine değer katışı. Müziğini, yeryüzünün özgürlük ateşinde ısıttığı içindir onu halkların hafızalarında şimdiden unutulmaz kılan şey.

70’li yılların ortalarında, Beyrut’un sokaklarında Feyruz’un halklara adanmış sesi yankılanırken genç bir müzisyen olan Ziyad yoksul günlerinin akşamlarında kentin zenginlerinin gidip geldiği bir restoranda müzik yapıyordu. Caz müziğe büyük bir bağlılığı olan Ziyad, restoran sahibinin müşterilerce hoş karşılanmayan caz müziği yasaklaması sebebiyle zorunlu olarak farklı türde şarkılar söylüyordu. Ziyad bir gün işe giderken sokak ortasında oturmuş, çöpe atılan bir kitabı okuyan işçi dikkatini çeker. Günler geçtikçe bu işçi ile her gün karşılaşıp sohbet etmeye başlar. Ziyad ile Lübnanlı komünist işçi Subhi El Jeez arasında zamanla güçlü bir dostluk kurulur. İkisinin de yoksullukla örülü yaşamları birbirine sıkı sıkıya bağlanır. Bu dostluk öyle ilerler ki bu iki yoksul yaşamın hikayesi her an ve her alanda yan yana olmaya doğru evrilir. Ziyad en yakın dostunun fikirlerinden öyle etkilenir ki artık politik olarak da onunla aynı yerde olmaya karar verir. Ziyad yine bir gece Beyrut sosyetesine müziğini sunmak için restorana giderken dostu Subhi El Jeez’e Komünist Parti’ye katılma kararını bildirecektir. O gün onunla her gün buluştukları o çöpün oraya gittiğinde yoldaşı Subhi El Jeez’in cansız bedeni ile karşılaşır. Subhi El Jeez dostu Ziyad’ın partiye katılıp mücadele etme kararını duyamadan sıtma ve yüksek ateş sebebiyle yaşamını yitirmiştir. Ziyad gerekli defin işlemlerini yapıp restorana gittiğinde yine sahneye çıkar ve orada yasaklı bir müzik olan caz çalmaya başlar. Subhi El Jezz’in ölümünü ve yoksulluğu kentin ışıltılı yaşamlarıyla çevrili olan restorandaki sosyetenin suratına vurur o gece. Ziyad’ın o gün orada dostu Subhi için besteleyip söylediği şarkı sonraları Feyruz tarafından da söylenince ciddi bir üne kavuşur.

İnsanlık tarihinin o uzun hikayesi içerisinde tek bir insanın kısa yaşam öyküsü bazen koskoca bir yer kaplar. Tarihe düşülmüş bir not, kendinden sonrakilere bırakılan yüklü bir mirastır, son bulan bir yaşamın ardından kalanlar. Yok oluşlar bazen inancın ve kavganın, boyun eğmemenin varlığına yeni değerler katar. Artık atmayan yürek insanın biricik mücadele tarihine can olur, onu başka coğrafyalarda da kendi yurdunda da sonsuz bir varoluşa emanet eder.

Şimdi İbrahim’in düşleri uzak coğrafyalarda notalara takılsın. Tarih şahittir ki umudun ve düşlerin adına verilen canın, yitip giden nefesin öyküsü kendinden sonraki zamanlara yol olur, umut ve direnç olur.

İbrahim’in ardından, Mayıs sıcağını ayaz kılan ölümlerle yalnız kalan şarkıların yanı başında, “umut var mı” sorusuna uzak coğrafyalardan Feyruz’un “Evet, bir umut var” diyen sesi dağılsın baharın ılık rüzgarlarına. Beyrut sokaklarında yoksulluktan ölen Subhi’nin hikayesi, İbrahim’in sesiyle buluşup bir kez daha umut olsun yarınlara.