Tarihsizlik biraz talihsizliktir de, insanın ilerleyen yaşlarında bir tarihe ihtiyacı vardır diye düşünenlerdenim. Kişisel bir tarih iyidir, kişisel tarihle birleşmiş toplumsal bir tarih daha iyidir; kelimeleri, ahengi ve insanları olan yaşam öykülerinin arasında kalmak güzeldir, bir toplumun değişimini bazen kötü olsa da toplumsal hafıza edinmiş bir kişiden dinlemek daha da güzeldir, bir tat bırakır hem geçmişe hem de geleceğe; bir dost sohbeti bırakır insanın kendi tarihine.

Bir de tarihi olmayanlar var, anlatacakları olmayanlar, bir toplumun ve hatta kendilerinin değişimini izleme ve açıklama gereksinimi hissetmemiş olanlar var; bir varoluş halinde bulunup da ne bir çınar gibi asrı ne bir papatya gibi mevsimi izlemiş olanlar var, var olma mücadalesi vermemiş, istememiş, kaybetmemiş, adına yaşamak denirse yaşamış gitmiş olanlar. Ne hüznün ne kaybetmenin ne ağız dolusu gülmenin tadına varmamış olanların talihsizliği ve ‘talihi’ nasıl anlatılır bilmiyorum ama onların yazmaya çalıştığı geleceği izlemekten sıkılmış olanlardanım.

Tarihi olmayanların en büyük sığınakları yine tarihtir; kendilerine ait olmayan ama kendilerine mal etmeye çalıştıkları bir tarih. İnsanın tarihini, hakların tarihini, düşüncenin tarihini değil, kurguladıkları ve ulvileştirdikleri başka bir tarihi yazarlar, ilginçtir ona inanırlar, tarihin bir inanç meselesi olduğunu düşünürler.

Dünü olmayanların en büyük girdabı en az kendileri kadar tarihin fantastik bir rüya olduğuna inanmalarıdır; ne onlar ne de tarih fantastiktir.

Dünü olmayanların en büyük talebi, diğerlerinin de tarihsizliğidir, kendilerinin talihinin başkalarının talihsizliğinde yattığını düşünürler.

Olmayanları kurgulamak dünü olmayanların işidir, tarihlerinden geleceğe akanların düşleri onlar için tehlikedir.

Sanat ve tarih olamamış düşünsüz inanmalar onların uğraşıdır, hayal etmek yerine kabul etmek dünyada hakim olmalıdır, onların tarihleri yoktur, geçmişten alınmış ve korunacak hakları yoktur, bedel ödenmiş yaşamları yoktur, kavgaları ve barışları yoktur, dost sohbetleri yoktur, geçmişi anacak arkadaşları yoktur, bir okulun tozlu sıralarında kalmış anıları yoktur. Kısacası gücün ve güçlünün yanında durmaktan yancı olmak dışında başka bir hayatları yoktur.

Tarih acımasızdır, aydınlığın kaynağı ve hatta kendisi olduğu için, parıltıları karanlığa gömmek gibi garip ve ilahi bir taraf vardır onda; aynı kişiden iki farklı hayalet yaratır ve bu hayaletlerden biri diğerine saldırır; sonuç itibarıyla zorbanın karanlıkları komutanın göz kamaştırıcılığıyla çarpışır. Böylece halkların nihai olarak değerlendirmesinde daha gerçek bir ölçüt ortaya çıkar. Yerle bir olan Babil İskender'in, zincire vurulan Roma Sezar'ın, katledilen Kudüs Titus'un yüceliklerine gölge düşürür. Tiranlık tiranın peşinden gider. Arkasında kendi silüetini taşıyan bir karanlık bırakmak, bir insan için felakettir.’[1]

Dünü olmayanların düşleri de yoktur, düşleri olanlara düşmanlık ise tarihin tozlu sayfalarında hep yerini almıştır.


[1] Victor Hugo, Sefiller