Uzunca bir zamandır insanı yoran ve yıpratan gündemlerin satır aralarında birçoğumuzun az da olsa nefes almaya ne kadar çok ihtiyacı var değil mi? Çürümüş bir düzenin enkazı altında her birimiz kimi zaman ellerimizden kayıp gittiğini düşündüğümüz bir parça umuda her şeye rağmen sımsıkı tutunmaya çalışıyoruz. Elimizi attığımız her yerden bir talan ve yağma öyküsü çıkıyor. Kentlerin her sokağı abluka altında ve ağzını açan herkes yasal bir şiddetten payına düşeni alıyor. Müteahhit ekonomisinin karakteri gereği haramiler mide bulandırıcı bir görgüsüzlük ve aç gözlülükle sefasını sürerken yoksullar o lanet yokluğun girdabında oradan oraya savruluyor. Halka göz göre göre atılan yalanların yanı başında cenneti yaşayanlar; açlıkla, işsizlikle, yoksullukla terbiye etmeye çalıştıkları insanlara, yerlilik ve millilik ile gündelik yaşama bağlanmalarını salık veriyor. Hal böyle olunca bu düzenin figüranları arasından kimi aklı evveller, yapılan zamları dahi dış güçlerin oyunu olarak yorumlamakta bir sakınca görmüyor. Çünkü dış güç paranoyası içeride onlara huzur veriyor. Haramilerin son sığınağında konforlarını sürdürenler, aklın ve mantığın kabul etmeyeceği her türden saçmalık ve akıldışı yalanla servetlerine servet katmaya gayret gösteriyor. Geçmişten bugüne ülkeyi yöneten düzen siyasetinin usta yalancılarının ve yavuz hırsızlarının ardından böylesi bir acemilikle siyasette sahne alan düzenin bu son temsilcileri artık durumu idare etmekte hiç olmadığı kadar zorlanıyor. Bu güruh içerisinde yakın gelecekte rüzgârın tersten eseceğini görmek konusunda hünerli olanlar fikrimce tedbirlerini bugünden almaya, çok açık etmeseler de kendilerine yeni saflar bakmaya başlamışlardır. Ne de olsa sağ siyasetin kendi yol arkadaşlarına en iyi öğrettiği şeylerin başında, kopacak fırtınayı durgun havada kestirip dün ak dediğine bugün kara diyebilmenin incelikleri gelmektedir. O hızlı dönüşleri yakın gelecekte fazlasıyla göreceğimize emin olabilirsiniz.

Bunları yaşayıp deneyimleyeceğiz fakat tüm bunların karşısında bugünün mağdurlarının yarına dair ne istediği de şüphesiz fazlasıyla önem taşıyor. Yalnızca yaşanan sorunların baş sorumlusu olarak gördükleri yönetenlerin isimlerinin değişimini (ki bu da görece önemlidir) kendi yaşamları için tek başına yeterli görenler, umut ettikleri değişimin gerçekleşmesinin ardından hayal kırıklığı yaşamaya hazırlıklı olsalar iyi ederler. Çünkü biçime dair bir değişimden ziyade öze dair bir dönüşümü istemeden ve onun için mücadele etmeden baştan aşağıya adaletsizlik, çürüme, yolsuzluk ve talan üzerine kurulu bu düzenin mağduru olmaktan kurtulma şansımız ne yazık ki olmayacaktır. En azından bunu kestirebilmek güç değil.

Tam da bu noktada bugün; söz konusu dönüşüm için yan yana durmanın, kol kola girmenin, dayanışmanın, sokaklara can katmanın, üzerlerine sıkılan gazla nefessiz kalanlara nefes olmanın açığa çıkartacağı sonuçlar, her zamankinden çok daha değerli olacaktır. Çünkü artık Soma’daki madenci yaşamdan payını almadan Boğaziçi Üniversitesine çöreklenenler koltuklarından kalkmayacaktır, Tozkoparan halkı evlerinden atılırsa İkizdere’deki ağaç kurtulmayacaktır, sokak ortasında kadınlar öldürülmeye, polis şiddetine maruz kalmaya devam ettikçe hiçbir çocuk güvende olmayacaktır, Diyarbakır’da ya da İzmir’de barış doyasıya yaşanmadıkça Karadeniz yaylaları birilerine peşkeş çekilmekten kurtulamayacaktır, ihaleler, vergi afları ve teşviklerle ihya olup kentleri betona gömen müteahhitler hesap vermedikçe köylünün alın teri toprağa düştüğüyle kalacaktır.

Bu saydığımız ve kolaylıkla çoğaltabileceğimiz örnekler üzerinden birbirini anlamaya mecbur olanlar hiç kuşku yok ki birbirinden güç alacak olanlardır. Kendi kurtuluşu ancak diğerinin kurtuluşu ile mümkün olanlardır. Bugün imkânsız gibi görüneni mümkün kılıp itirazları ile zamanın olağan akışına müdahale edebilecek her kim varsa, yarının güneşli güzel günlerinin ısıtacağı sokaklarda özgürlüğün, eşitliğin ve adaletin biricik huzurunu şüphesiz ki doyasıya yaşayacaktır.