Corona salgını bütün dünyayı kasıp kavururken moralleri yüksek tutmak lazım. Yakın zamanda kültür sanat merkezlerinin açılması planlanırken nedense ilk önce alışveriş merkezleri açıldı. Önceliğin alışveriş merkezlerine verilmesi bana felsefesi ve dünya görüşüyle sıra dışı bir eseri anımsattı. Sanatın neden yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu ve hayata devam edebilmenin en vazgeçilmez yolu olduğunu bir kez daha hatırlattı. Şimdi sizleri İzmir Devlet Opera ve Balesi’ne ve tüm zamanların en sıra dışı operasına götürelim. Mafya kılıklı adamlar. Siyah gözlükler. Havalı duruşlar. Beyaz vitrin mankenleri. Eskilikten her tarafı dökülen, sprey boyalarla boyanmış, çalışmayan paslı yürüyen merdivenler, solmuş gözlük reklamıyla ve plastik palmiye ağaçlarıyla terk edilmiş bir alışveriş merkezi. Tavana eğreti iki kabloyla bağlı, düştü düşecek gibi duran bir klima. Duvarın en üstünde, delici bakışıyla içimize işleyen, sorgulayan mavi bir göz. Sahnede ellerinde cep telefonuyla dolaşan tişört giymiş insanlar. Cep telefonu bağımlısı öz çekim meraklıları. Bunlar Don Giovanni Operası’ndan satır başları. “Klasik bakış açını değiştir, olaya farklı bir yerden bakmaya çalış” ana fikrinden yola çıkan bir yönetmen Can El. Yönetmenle, orkestrayla, sanatçılarla ve eserle uyumlu çalışan yaratıcı bir şef Naci Özgüç. Bütün bu başarılı isimler İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin sahneye koyduğu Don Giovanni Operası’nda buluşuyor ve bütün bu sıra dışı detaylar Don Giovanni operasını belirli bir zaman diliminden alıp, modern zamanlara göndermekle kalmıyor, oradan bütün zamanlara taşıyor. Üstelik eseri felsefi bir bakış açısıyla, paralel evrenler kuramını da irdeleyerek, eserin aslını bozmadan, çarpıcı bir hikaye üzerinden yeniden tanımlıyor. Eser hassas dengeler üzerine kurulu. Çünkü operayı güncelliyor ama bunu yaparken eserin orijinal yapısına, besteye ve librettoya dokunmamaya özen gösteriyor. Ön planda hepimizin bildiği Don Giovanni Operası’nın metni devam ediyor ama eserin arka planında iğne oyası gibi özenle işlenmiş ve tek tek kurgulanarak birbirine bağlanmış ayrıntılarla muhteşem bir felsefe yaratılıyor. Olay basit bir çapkınlık hikayesinden ya da kadın düşkünü bir asilin maceralarından çok ötesine taşınarak, kimliğini yitirmiş modern zaman bireyinin varoluşunu sorguladığı bir yüzleşmeye dönüşüyor. Alışveriş merkezlerini hayatın odağına koyan bir anlayıştan bahsediyoruz. Tüketim, algı yönetimi, dayatmalar, terk edilmişlik, yalnızlaştırma, değersizleştirme, tek tipleştirme hepsi tek bir yönü işaret eder. Hayatımızı pahalı çöpler mezarlığına çeviren bir tüketim çılgınlığının içinde yok oluşa doğru bir gidiş. Kitle imha silahları gibi işleyen ve insan öğüten alışveriş merkezleri gezegene kanser gibi yayılarak insanlığı tehdit eder. Don Giovanni Operası modern rejinin sanatçıya deri ceket giydirmenin ötesine geçerek ve metnin özüne sadık kalarak “yeni bir şey” yaratmak olduğunu gösteriyor. Eserin bir felsefesinin ve söyleyecek yeni bir sözünün oluşu insanı heyecanlandırıyor. Günümüz insanının yapaylığını ortaya koyan beyaz vitrin mankenleri o yüzden bize o kadar tanıdık geliyor. Çünkü hepimizin sureti bu mankenlerin beyazlığına yansıyor. Sıradanlaştırılmış, tek tipleştirilmiş o kalabalıklarda yürürken büyük alışveriş merkezlerinin vitrinlerinde kendi yansımamızı, kendi yüzümüzü görüyoruz. Eserin sonunda başladığımız o ilk ana geri döneriz. Tıpkı kuyruğunu yutan yılan misali hayatın döngüsü tamamlanır. Nefesler tutulur. Zaman durur. Zaten zaman nedir ki? Bazen aylar, yıllar süren hikayeler sadece bir dakikaya sığar. Bazen uzun soluklu öyküler sadece zihnimizden geçen anlık düşüncelerden ibarettir. Öyleyse gerçek nedir? Gerçek dünya hangisi? Gördüklerimizin hangisi gerçek? Bir dakikaya kaç yaşam sığar? Ve perde!!!