Seksenli yılların son çeyreği; o sıralar ilkokulu yarılamıştım. Siyah önlük üzerine insanın boynunu çepeçevre sarmalayan sert beyaz yaka ile evden okula, okuldan eve gidip geldiğimiz yıllar. Ders kitaplarının arkasındaki haritadan kendime ülkeler seçtiğim ama favorimin her zaman SSCB olduğu çocukluk günlerim. Sovyetlerin ne olduğunu bildiğimden değil haritada kapladığı yerden, büyüklüğünden…

Tek kanal dönemi zamanlar. Her evde TRT izleniyor. Dolayısıyla dünyada olup biten ne varsa herkes haberdar. 89 da Berlin Duvarı’nın yıkılışını oradan hatırlarım mesela. Ekranda sevinen insanları görünce ben de mutlu olmuştum o sıra. Oysa kapitalizm denen illet yeni bir mevzi kazanmış duvar yıkılınca. Bilsem sevinir miydim hiç? Günler gelip geçiyor, ben ise haritadaki ülkelerde dolaşmaya devam ediyordum. Meğer o sıra dünyanın haritası değişmeye yüz tutmuş, benim haberim yok. 1992 yılında son sınıfa geldiğimde kitapların arkasında artık SSCB yoktu. Kitabın arkasındaki haritada meydana gelen o küçük değişiklik insanlık için o kadar da küçük bir değişiklik değilmiş, çok sonraları anladım. Koca bir coğrafya yağmalanırken, milyonlarca insanın yaşamı yoksulluğa, yolsuzluğa, işsizliğe evriliyormuş o sıra. Ve dünyanın geri kalanı… Orası daha da beter.

Ortaokula başladığım ilk günü hatırlıyorum. Babamın okulun ilk günü şerefine verdiği o harçlık aklımı başımdan almıştı. Kırmızı tonlu on milyon TL. Dönemin en büyük banknotuydu. Cebimde o yaşta bir çocuk için hayli yüksek miktarda bir parayla okula girip, okulun idare gözünde terkedilmiş sınıflarından birinde yerimi aldım. Tabi okulun bu gerçeğini sonradan öğrendik. Bıyıklarının uçları çenesine kadar sarkan müdürün ve müdür yardımcılarının, velilerini neredeyse kapıda karşıladıkları bir özel sınıf ve bizimkinin benzeri diğer yedi sınıftan oluşan okulda bu farkı her gün hissedeceğimiz zamanları yaşıyorduk. O özel sınıfta kentin Özalcı tüccarlarının, kentteki tek dershanenin sahiplerinin, kuyumcuların, fabrika sahiplerinin, tefecilerin, toprak sahibi hacıların çocukları vardı. Diğer sınıflarda ise geri kalanlar. Ah ulan ah; Sovyetler yıkılmasaydı görürdünüz siz.

Adının sınıf çelişkisi olduğunu bilmeden, o uzlaşmaz çelişkiyi esasen o okuldaki sınıflardan öğrendiğimizi ilerleyen yaşlarda fark ettim. O sıralar birileri Fukuyama’nın tarihin sonu tezini parlatıp parlatıp piyasaya sürüyor, birileri yeni dünya düzeni tartışmaları yürütüyordu. Onlara göre kapitalizm nihai zaferini ilan etmişti çoktan. Balkanlar ve Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenler, insanlara özgürlükten bahsedip ışıltılı günler vaat ediyordu. Irak alev alev yanıyordu. Yugoslavya paramparça edilmişti. Birilerinin özgürlük dediği şey Afrika’ya açlık, Irak’a ölüm, Balkanlar’a gözyaşı olmuştu. Berlin’de duvarın altında kalan, o gün kutlamalar yapan insanlar da dâhil milyonlarca insan olmuştu, çoğunluk yanıldı. Türkiye’de bir devletli çıkıp “komünizm iyi bir şey olsa devletimiz getirirdi zaten” dememişti henüz. Demir yolu komünist işidir deyip trene kızan siyasetçiyle de tanışmamıştık daha o sıralar. Ama aklına gelse pekâlâ bizim okulun müdürü de benzer şeyler söyleyebilirdi aslında. Sonradan bunları da gördü bu ülkenin insanı.

Neyse okula geri döneyim. O sıralar okuldaki sınıflar arasında yıl boyu süren bir futbol turnuvası düzenlenirdi. Müdürün pek sevdiği o özel sınıfla maçımız vardı. Çocukların üzerinde o sıralar Baliç’li kadrosuyla memleketin en popüler takımlarından Bursaspor’un forması vardı, özel yaptırmışlar. Bizim takım ise okulun deposundan ne bulursa onu giyiyor maçlarda. İnanmazsınız belki ama maça kameraman gelmişti. Rakip takımdan birinin babası vermiş parayı, maçı kameraya çektiriyor. Kameraydı, formaydı o yıllarda kolay ulaşılabilir şeyler değildi. Rakibin taraftarı da vardı. Tribün kalabalık. Neyse işte maç o şartlarda başladı. Sonradan o videoyu izlemişler midir bilemem ama o gün bizim sınıf iki gol atıp maçı kazanmıştı. Tribünler sessizce dağıldı. Okul yaşamın bir parçası sonuçta ve bazen fena halde benzerlikler taşır hayatın geri kalan kısmıyla. Şimdilerde yaşamın içerisinde birileri yüksek sesle konuşurken, birileri sessiz belki. Şimdi birileri mutlak hâkimiyetlerini ilan etmiş yıkılmaz sandıkları saltanatlarının sefasını sürüyor olabilir, diğerleri sessizce beklerken. Ama hayat işte, ne olacağı belli olmaz. Bakarsınız golü yine bizim sınıf atar.