Arkeologların ve insanların yaşayışlarını araştıran antropologların dediklerine göre bundan yaklaşık on üç bin yıl evvel, bir nedenden dolayı insanlar göçer olmayı bıraktılar. Şanlıurfa’da Göbekli Tepe civarlarına, değişik kabilelerin birleşerek bir tapınak yaptıklarını daha sonra da bu tapınağın etrafına şehirlerini kurduklarını söylüyorlar. Yani diyorlar ki, insanoğlu “şehirlerden önce” tapınmayı buldu.

Daha sonrasında çok farklı yerlerde, çok farklı şehirler kuruldu. Fakat şehirler büyüdükçe dertleri büyüyor, yapılması gerekenler tek bir insanın emeğiyle, parasıyla yapılmaz hale geliyordu. Böylelikle insanlar kendi aralarında anlaşarak yönetimlerini, örgütlerini ve en nihayetinde “Devlet” adını verdikleri sistemi kurdular. Devlet aygıtı, insanlar için çok büyük sorunları çözdü. İnsanlara güvenlik, alt yapı hizmeti sunmak için onlardan para topladı, topladıkça daha büyük sorunları çözdü, toplulukların büyümesine, hayatların güzelleşmesine neden oldu.

Fakat insanlar anlaşamıyordu. Son sözü söyleyecek birilerine ihtiyaç vardı. En güçlüler çoğunlukla en haklı olmuyorlar ve verdikleri kararlarla devletin kuruluş amacının aksine yani insanları hayatta daha mutlu ve sağlıklı bir şekilde tutma işini gerçekleştiremiyordu.

Bundan altı-yedi bin sene evvel sokaklarında dolaştığımız şehirde “Cumhuriyet” bulundu. İnsanlar bu rejimde kendi doğrularını ve yanlışlarını söylüyor, en nihayetinde bir mutabakat içinde hangi görüş daha kabul görürse, kim daha yetkin görülürse o destekleniyor ve ona göre insanlar kendi mutluluklarını kovalarken devletten destek alabiliyorlardı.

Sonrasında gerek sosyal gerek ekonomik nedenlerden dolayı bu düzen bozuldu. Mustafa Kemal’in Nutuk’ta defalarca belirttiği şeklinde bir grup kişi ve bir aile bu insanların haklarını gasp ederek, onları yönetme gayretinde oldu. Yüz yıllar boyunca onların doğruları yapıldı yapılmazsa öldürülündü. Onlara paralar verildi, karşılığında mutluluğu ve sağlığı kovalamamız için gereken ihtiyaçlara sahip olunmadı. Öyle yıllar geldi ki, devlet aygıtı halkına güvenlik bile sağlayamaz oldu ve böylelikle halk kendi kahramanlarını çıkarttı. Bugün bunlara “Efeler” diyoruz.

Efeler halkın yanında, halk için var olurdular. Siz yapamıyorsunuz madem dediler devlete, biz yaparız, kendi canımızı koruruz. Fakat devlet onlardan hoşlanmadı. Asi dedi, eşkiya dedi. Türlü oyunlarla yok etmeye çalıştı, bazen konaklara doldurup canlı canlı yok etti ama seslerini kısamadı. Halkına huzur, mutluluk ve güvenlik vermesi gereken devlet, kendi halkına huzur mutluluk ve güvenlik veren Efeleri düşman bildi.

Sonrasında o devlet yıkıldı. Biz kendi bileğimizin gücüyle, zorla, bi fiil, efelik yaparak egemenliği tekrar aldık elimize. Artık devlet eski görevine dönebilir, bizi hayatta, mutlu bir şekilde tutabilirdi.

Olmadı. Sırf bu sene içinde 406 kadının öldürülmesine mani olamadı kendi kurduğumuz devlet. Oysa habersiz değildi olan bitenden. Mesela Ayşe Tuba Aslan, 23 kez şikayet etti devlete “beni koruyun” diyerek, olmadı. Kimse korumadı, öldürüldü.

Şimdi kadınlar çıkıp şarkılar söylüyorlar sokaklarda. Devlet’in yapması gerektiğini yapmadığını söylüyorlar. Ama devlet efelerden hoşlanmadığı gibi hoşlanmıyor onlardan. Kendi görevini yapmadığını duymak istemiyor, alınıyor, gocunuyor. Oysa biz biliyoruz ki, bu günler geçtiğinde efeler gibi, kadınların şarkısı kalacak geride, efeleri konaklara dolduranların değil, zeybeklerin türkülerinin geriye kaldığı gibi.