Geçen hafta Sisam Adasındaki 6.9 büyüklüğündeki depremle sarsıldık. Maalesef bazı binalar çöktü. Enkaz altında yitirdiğimiz canlarımız var. Ülkemizin ve özellikle de İzmir’in deprem bölgesi olduğu gerçeğini toplum olarak kabul etseydik, gerekli tedbirleri alsaydık belki etkisi daha az olacaktı. Tüm hafta zaten bunlar konuşuldu.  Her depremde olduğu gibi bir hafta konuşuldu ve ardından yavaş yavaş unutuldu.

Çoğu İzmirli’nin de bildiği üzere geçen yıl Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi ile Devlet Konservatuvarı’nın Narlıdere’de bulunan binaları depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle boşaltıldı ve Tınaztepe’de rektörlük binası olarak tasarlanan, sanat eğitimi ihtiyaçlarını kesinlikle karşılamayan bir binaya taşındı. Bazı akademisyenler ve öğrenciler bu karara tepki gösterdi. Mezun sanatçıların bir çoğu da destek verdi. Rektörlük ilgili raporu sır gibi saklamasaydı belki olaylar o kadar büyümeyecekti bile. Yetmedi taşınma kararına karşı çıkan, ilgili raporu görmek isteyen akademisyenlere ve öğrencilere soruşturma açıldı. O soruşturma açılan onbeş öğrenciden birisiydim. Aziz Nesin hikâyelerine konu olabilecek bir süreç yaşanmıştı. Rektörlük önünde demokratik haklarını barışçıl bir eylemle kullanmanın suç olduğu iddia edildi. Aynı esnada Devlet Tiyatroları’nda stajda olmama rağmen başka bir şahsın fotoğrafından ok çıkarılarak ben olduğum iddia edildi. Benim durumum istisnaydı ama soruşturmada kanıtlamama rağmen uzaklaştırma cezası almıştım. Bu cezalara elbette mahkeme aracılığıyla itiraz ettik ve cezalar bozuldu. Şimdi bunları neden anlatıyorum? Taşınma kararını iptal etmek için İdare Mahkemesi’ne de yürütmeyi durdurma için başvurmuştuk, bu dava sonucunda o devlet sırrı muamelesi yapılan deprem raporunu mahkemeye sunmak zorunda kalmışlardı. Raporu inceledim, kısaca bazı blokların zayıf olduğu, güçlendirme yapılabileceği yazıyordu. (Konservatuvar konusuna girmek istemiyorum çünkü cidden çok eski ve hasarlıydı.) Deprem testini yapan fakültenin ve raporu hazırlayan üyelerin arasındaki isimlerden birisi de bize açılan soruşturmaları yürütmesi için görevlendirilen birisiydi. İnsanın aklına ister istemez gelen şey; birisi istedi diye bir rapor hazırlandı o da yetmez gibi rapor altında imzası olan kişiye soruşturma dosyası verildi. Kurumların güvenirliğine gölge düşüren bir olay değil de nedir? Üstelik TMMOB vb. bir kurumun bağımsız olarak bu testleri uygulaması talebimiz de reddedilmişti.

Geçen sene 8 Kasım’da Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları bölümünün de kurucusu olan, ömrünü tiyatro sanatına adamış bir bilim insanı olan Özdemir Nutku hocamızı kaybettik. Fakültemizden çıkarılmamızın üzerine bir de bu acı kaybımız eklenmişti. Sabancı Kültür Merkezi’ndeki törende Hülya Nutku hocamızın fakültede yaşanan gelişmelerin de etkisiyle kırgınlığını dinlemiştik. Haklıydı elbette. Özdemir Nutku Sahnesinin de yıkılması kararıydı çünkü. Gelin görün ki 6.9 büyüklüğündeki deprem de yıkamadı depreme dayanıksız raporları hazırlanan fakültemizi. (Ha yıkıldı ha yıkılacak denen Konservatuvar binası da yıkılmadı.) Aksine onu yıkanlar insan elleri oldu ya da olacak. Özdemir Hoca da çok dayanıklıydı 88 yaşına kadar tiyatro için emek verdi. Son günlerinde dahi çevirilerini yaptı, zaman zaman öğrencileriyle çalışmayı sürdürdü, otobiyografik çalışmasını bitirmek üzereydi. Büyük bir direnişçiydi de diyebiliriz aynı zamanda, bu nedenle öğrencilerinin ve bu kentin ona karşı bir sorumluluğu var. Çok geç olmadan yeni ve daha iyi bir Özdemir Nutku Sahnesi çok zaman kaybetmeden bu kente kazandırılmalıdır.