Son günlerde ülkece yaşadıklarımıza bakınca bütün bu yaşananları önceden tahmin edebilme yetisine sahip olanlardan olduğum için kendimi şanslılardan biri olarak görmek, iyi midir, bilemiyorum. Yüzlerce yaralı ve ölüyle; askeri, idari ve adli kurumlardan binlerce kişinin gözaltına veya görevden alınmasıyla sonuçlanan bu darbe girişimi, bize şunu hatırlattı. ,Birçok darbe geçirmiş ve bunun acılarını yaşamış bir halk için sivil ve seçilmiş hükümetin yerini, askeri ve üstelik kötü bir zihniyetle şekillenmiş askeri bir rejimin almaması çok önemlidir.

Tabi bu darbenin oluşumuna çok geniş açıdan bakmak  lazım, ancak şu bir  gerçektir ki eskiden bazı çevrelerce Muhterem Fethullah Hoca Efendi, şimdilerde ise FETÖ Örgütü denilen belanın başı olarak anılan bu zat, sanıldığı gibi sadece  emperyalist ülkeler tarafından bu hale getirilmemiştir.Birçoğumuzun bildiği üzere geçmişte merkez sağ  iktidarlar, onların yalakaları  ve tabiî ki patronlar  sınıfı tarafından ve hatta 12 Eylül faşist darbesini yapan generaller tarafından beslene beslene, 15 Temmuz gecesinde halkımızın da net olarak gördüğü o karanlık yüzünü insafsızca göstermiştir. Yıllarca askeri, idari, adli makamlara sızan bu zihniyet ve elemanları yolun başında 2002’de iktidara gelen AKP’nin yanında değil miydi? CHP ve diğer muhalefet partileri tarafından yapılan tüm uyarılar ciddiye alınmayıp olaylar bazı çevrelerce farklı farklı dillendirilmedi mi? Çok uzak değil.10 Haziran 2009’da rahmetli Kamer Genç, milletimizin meclisinden Fethullah Gülen’le ilgili o dikkate alınması gereken o önemli uyarılarını yaparken dönemin iktidar partisinin milletvekilleri tarafından insafsızca saldırılara maruz kalmamış mıydı? Birçok aydın yazar tarafından bu zatla ilgili hiç mi bir yazı yazılmadı? Bir zamanlar bu zatın ülkemizde ve yabancı ülkelerdeki okullarındaki başarılarının ve faaliyetlerinin devlet kanallarından ballandırıla  ballandırıla anlatılmasının sebepleri de üzerinde  durulması gereken bir konudur bana göre. Hatta başarılı, çalışkan, dürüst beyinlerin yıllarca bu zihniyet tarafından önlerinin kesilmesi, heba edilmesi ve yıllarca sessiz bir çığlık gibi büyüyen seslerinin duyulmamış olmaması, ülkemiz açısından neleri kaybettiklerimizin en önemli göstergelerinden biridir.  Halk, nabzı en iyi tutandır. Sadece meclis içinden değil halkın bir kesiminden gelen ve bu okulların eğitimleriyle ilgili eleştirilerinin de yıllarca dikkate alınmamış olması da çok düşündürücüdür. Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Sonuçta sanki tüm örgüt 15 Temmuz gecesinde ortaya çıkmış gibi davranmak ve halka bilemedik, demek yerine yönetimdeki zaafları ve yapılan yanlışlıkları kabul etmek, sanırım daha doğru olacaktır.

Gelinen bu noktada hem iktidar hem de muhalefet partilerinin böyle bir duruma karşı çıkmaları, halkın da darbeye karşı var gücüyle demokrasi cephesini oluşturması, sivil siyaset cephesi açısından takdir edilmesi gereken olumlu bir sonuç olmuştur. Umarım bundan sonraki süreçte siyasi üsluplar daha dikkatli belirlenir. Tüm partiler, halkın  demokrasiye olan bu denli bağlılığını ve açlığını gördükten sonra, halkın oyuyla ve halka hizmet için o koltuklarda oturduklarının, sadece ve sadece halkın refahı, mutluluğu ve güvenliği için çalışmaları gerektiğinin bilincini fire vermeden umarım yıllarca sürekli tutarlar; böyle bir bilinçle politikalar üretirler; bu oluşan ılımlı havayı halka daima yansıtırlar. Uzun süredir yapılan ötekileştirme siyasetinin sonuçlarının bu ülkeye ne denli zarar verebileceğinin de bilincinde olmak gerekiyor. Halkın bütünlüğü demek, devletin bütünlüğü demektir. Halk sanıldığı gibi bu kadar kopuk olsaydı, devlet bu darbeden kurtulabilir miydi? Hele vatanımız… Ekmeğimizi, suyumuzu, aşımızı, canımızı bulduğumuz cennet vatanımız… Atatürk’ün ,”Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır!” dediği gibi her şeye rağmen korunması gereken en önemli varlıklarımızın başında gelir. Bu vatanın içindeki her birey, demokrasiye ve insan haklarına bağlıysa ve vatana ihanet etmemişse önemlidir.

Darbe girişiminden sonra tüm partilerin meydanlarda demokrasinin önemini vurgulaması, özellikle CHP’nin bir milyonu aşan kişinin katılımıyla; AKP ve çok sayıda siyasi partinin, demokratik kitle örgütünün, sendika temsilcisinin, sanatçı, yazar ve aydınların destek verdiği Taksim Meydanı’ndaki “Cumhuriyet ve Demokrasi” mitinginde Kemal Kılıçdaroğlu’nun okuduğu 10 maddelik Taksim Manifestosu’nun, hepimizin yolunu daha da aydınlattığı bir gerçektir. Farklı siyasi görüşlere sahip olsak da aslolan devlettir. Devlet de gücünü halktan alır. Halka her şartta kulak vermek gerekir.Halk demokrasi  ve özgürlük ;insan haklarına saygılı ,refah , adaletli,güvenli bir yaşam ve huzur istiyor. Bu darbe girişiminin en önemli sonuçlarından biri de halkına sonuna kadar güvenen Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerine sıkı sıkı bağlı kalmak ve onları korumak gerekliğinin öneminin daha da arttığının görülmesidir. Demokrasi ve geleceğimiz adına bu ılımlı havanın ülkemizin ufuklarını aydınlatması dileğiyle…