İster sağdan, ister soldan isterseniz kuş bakışı nereden bakarsak bakalım, ülkemiz demokrasi tarihinin göğsümüzü kabartacak bir geçmişe sahip olmadığını söylemek  “devlet düşmanlığı” olmasa gerek...

Bu topraklarda darbe ve darbecilik demokrasiden çok önce boy verdi.

 Enver ve Talat Bey'lerin başını çektiği bir grup İttihat ve Terakki üyesi tarafından, 23 Ocak 1913 günü Bâb-ı Âli Baskını’nı gerçekleşti.  Osmanlı İmparatorluğu'nda,  gerçekleştirilen ilk olmasa da en bilinen askeri darbe olarak tarihe geçti.

Ülkemizin,  94 yıllık Cumhuriyet tarihi neredeyse darbeler, muhtıralar ve darbe girişimlerinin tarihidir. 1923 yılında olanaksızlıklar içinde doğan genç Cumhuriyet ancak, 1950 yılında çok partili seçim sistemine geçebildi. Ne kadar “çok partili” olup-olmadığı tartışmasını bir kenara bırakarak, konudan uzaklaşmamak için kesintili demokrasi tarihimize geri dönelim.

Emekleme aşamasında bile olmayan, 10 yılda bir darbe, darbe girişimi ve muhtıralarla karşılaşan demokrasimizin başarılı bir hat çizdiğini söylemenin hiçbir koşulu yoktur.  Ne kadar demokratik (!) olduğu iddia edilse de 27 Mayıs 1960 ile başlayıp, 12 Mart 1970 ile devam eden ve 12 Eylül 1980 darbesi ile üzerine tüy dikilen demokrasimizin ayaklarının üzerine durmasına bir türlü izin verilmedi.

DARBELER DÖNEMİ KAPANDI MI?

Tam darbeler dönemi kapandı lakırdıları edilirken, gereksiz bir fikir jimnastiği olduğu çok sürmeden anlaşılacaktı.

’80 Darbesinden sonra, “darbeler dönemi kapandı “ söylemleri boşa çıktı, 1997 28 Şubat ve 2007 27 Nisan Muhtıraları ile “e-muhtıralar” dönemi ile bir kez daha darbeler döneminin kapanmadığını herkese gösterdi. Darbecilik, bu topraklarda o kadar köklü bir geçmişe sahip ki demokrasinin kendi mecrasında yürümesi için daha çok bedeller ödenmesi gerçeğini bize her fırsatta hatırlatmaya devam ediyor.   

Darbelerden söz etmişken en sonuncusu 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen Darbe Girişimi ve ayaklanmaların ilk olmadığını belirtmemiz gerekiyor. 22 Şubat 1962, 20 Mayıs 1963 ve yine 20 Mayıs 1969’daki darbe girişimi ve ayaklanmalar demokrasimizin değil ama darbecilik tarihimizin ne kadar güçlü olduğunu gözler önüne sermektedir.

REFERRE RELAT

Bu kadar darbe, darbe girişimi ve e-muhtıraların havalarda uçuştuğu ülkemizde demokrasi (!) işlemiyor mu? Gerçeği belirtmek gerekirse sizin de bildiğiniz gibi gerçek demokrasi tam bir mizah hem de kara mizah!

Ülkemizde de dönem dönem demokrasi oyununu sergilenmek istendiği zaman Latincesi referre/relat (geri götürmek-başvurmak) fiilinden türetilen referandum kelimesini kullanma ihtiyacı duyurmuştur. Anlaşılmayacağını düşünerek açık şekilde ifade etmek gerekirse; Türk Dil Kurumu’nda karşılığı halkın türlü siyasi ve toplumsal sorunlar karşısında olumlu-olumsuz görüşünü belirlemek başvurulan oylama şeklidir.  

HER DARBENİN KENDİ ANAYASASI

Cumhuriyet tarihi boyunca 6 kez referanduma başvurulmuş. 1o yılda bir darbelerin tezgâhlandığı ülkemiz demokrasisinde, 15 yılda bir referandum yapılmış. İşin garip yönü 3 askeri darbe sonrası darbe anayasaları halka onaylatılarak onay alınmış.

27 Mayıs Askeri Darbesi’nin ardından son hızla hazırlanan ’61 Anayasası halkoyuna sunulduğunda tarih yaprakları 9 Temmuz 1961’i gösteriyordu. Bu referandum, Türkiye tarihinin ilk referandumuydu. %62 Evet oyuna karşı % 38 Hayır oyu ile Kurucu Meclis tarafından kabul edildi.

Ülkenin en karanlık dönemlerden birinden geçilirken yapılan referandum 12 Eylül Askeri faşist darbecilerinin kanlı ’82 Anayasası’nın halka onaylatılması amaçlanıyordu. Darbecilerin vetoları arasında kurulan Kurucu Meclis tarafından hazırlanan ’82 Anayasası, %91,37 gibi rekor bir oranla kabul ediliyordu.

Hayır, oyunun renginin mavi, oy zarflarının içindeki rengi yansıtacak kadar şeffaf olması oy pusulalarının gizliliğini ortadan tamamen kaldırıyordu. Referandumun asker süngüsünün gölgesinde yapılması “halkoylamasının” demokrasi tarihine kapkara mürekkeple yazılmasına neden oluyordu. Bu referandumunun sonucunda Askeri Darbenin elebaşı Kenan Evren’de %91,37 oyla ülke tarihinin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı oluyordu.   

Askeri Darbenin anti demokratik uygulamalarından olan siyasi parti genel başkanlarının yasaklarının kaldırılıp- kaldırılmaması için 29 Kasım 1987 yılında üçüncü kez halkoylamasına gidildi. %50,16’lık bir oranla yasakları kaldırılması yönünde sonuç çıktı.

’87 yılında yapılan, halkoylamasından yaklaşık bir yıl sonra 25 Eylül 1988 yılında dördüncü kez halkoylamasına gidilmesinin gerekçesi erken seçimdi. Halkoylamasının  %65,0’lık “ hayır” sonucu ile erken seçim yapılmadı.

2007 yılına gelindiğinde ise 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin beşinci yılıydı. Referandumun nedeni ise Anayasa değişikliğiydi. % 68’95’lik bir sonuçla Anayasa değişikleri kabul edilmiş, Cumhurbaşkanı’nın halkoyuyla seçilmesi başta olmak üzere bir dizi değişiklik kabul edilmişti.

Halk adeta bir demokrasi oyununun içinde figüran konumundaydı. “Darbecilerden Hesap Soracağız” propagandaları arasında devrimci Erdal Eren’in ve ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun dahi kullanıldığı kampanya süreci ile 26 maddelik Anayasa değişikliği halkoyuna sunuldu. Yüzde 57,88 bir oyla manidar bir tarihte yapılan 12 Eylül 2010 halkoylaması sonucu geniş değişikliklere neden oldu.    

12 EYLÜL ANAYASASI KEVGİRLİK...

Darbe koşullarında %91,37 oyla halk tarafından onaylanan ’82 Anayasası’ndan neredeyse eser kalmamıştı. 12 Eylülcüleri yargılayacağız iddiası ile yürütülen kampanyanın sonucunda yapılan Anayasa değişikliklerinin sonucunun kime yarayacağı da bir süre sonra daha da iyi anlaşılacaktı.

Ülke tarihinin en tartışmalı ve en çok soru işaretleri taşıyan 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ve OHAL sonrası “FETÖ” terör örgütü ile mücadele kapsamında çıkarılan KHK’lar sonucunda kısıtlı olan demokratik ortamda neredeyse tüm hak ve özgürlükler askıya alınmış oldu.

KHK’lerle çok kısa bir süre sonra tüm muhalif kesimlerin üzerinde yoğunlaşan baskı furyası artarak devam etti. Muhalifler üzerindeki baskıların boyutunun,  muhalif basın yayın kuruluşlarının KHK’lerle kapatılmasına, gazeteci, akademisyen, aydın ve seçilmiş politikacıların gözaltına alınması, tutuklanması ile “darbe girişiminden” sonra darbe koşullarını yaşatır olması sonucunu doğurdu.

TBMM’deki oylama sırasında karşı çıkanların canhıraş direnmelerine rağmen, Nisan 2017’de de yapılması muhtemel Anayasa değişiklikleri halkoyuna sunulacak.

“HAYIR” TERÖRSİT DEĞİLDİR!

Halkın önüne sunulan iki seçenekli referandumların doğalında yurttaş iki seçenekten birini seçmesi basit bir referandum mantığıdır. Fakat durum böyle midir? Maalesef, gerçek hiç de böyle değildir. Siyasal erk hangi sonucu istiyorsa, o sonucu çıkarmak için neredeyse her yol mubah sayılmaktadır. Referandum, halkın görüşünün sorulmasından çok alınan kararların en geniş kesime onaylatılmasına dönüştürülmüştür. Siyasal erk bu yöntemle halk karar verdi demektedir.

2017 Nisan ayında yapılması planlanan “Referandumda” tam da budur. Ülkeyi 15 yıldır yönetmekte olan siyasal anlayışın kafasının arkasındaki “sistemin” oylatılmasına dönüştürülmüştür. İşte tam bu nedenden dolayı, “hayır”  seçeneği “terörist”       ilan edildi. Hayır, çalışması başlatan veya başlatabilme olasılığı olanlardan yüzlerce, binlerce kişi gözaltı ve tutuklama furyası ile karşı karşıya kalıyorlar.

Halkın önüne konan referandum sandığındaki oy pusulası şimdiden tek seçeneğe dönüştürülmek isteniyor. Onaylatılmak istenen bütün yönetim erkinin “tek adam” da toplanmasıdır. Bu oylama sonuçta bir kişinin istenip istenmemesi sorunu değildir. Köklü bir sistem değişikliği sorunudur. Sistem bugün AKP Hükümetinin elinde olsa da yarın başka bir iktidarın eline geçmeyeceği anlamına gelmiyor.

Bugün oylanmak istenen sistem “diktatörlüktür”, kırıntısı ile katık ettiğimiz demokrasinin tamamen yok edilmesidir.

Bu referandumun “Ölüm kalım” sorunu olmadığını söyleyip, “aman ne olacak, sonra yine değiştiririz” denilip hafife alınacak bir mesele hiç değildir. Bugün gerekçesi ne olursa olsun ayrım yapmadan “hayır” seçeneğini halka tercih olarak gösterme günüdür. Amasız, fakatsız bir çalışmayı önümüze koyma günüdür. Benim “hayır” nedenim sizin Hayır’ınızdan daha önemsiz olabilir, inan olun bunun hiçbir önemi yok.

Bugün her geçen gün içerde ve dışarıda daha da yalnızlaşan, yalnızlaştıkça saldırganlaşan bir iktidar ve iktidarın tek adamı vardır. Bu referandumu halkın önüne sadece “evet” tercihli koysalar da halk bu tercihsizliği tercihliye ve şansa döndürebilir, döndürmelidir. Bu geleceği için yerlerde sürünen demokrasi için yapılmalıdır. Halk tercihini birinin güçlenmesi için değil kendinin ayağa dikilmesi için kullanmalıdır.