Doksanlı yıllar, kitabevinde çalışıyorum. Kafayı Fanzin dergilere takmışım. Ortalıkta “Yaşasın fotokopi” diye bağırıp duruyorum. Gençlik işte, paramı biriktirip Çankaya’daki fotokopicilere koşuyorum. Yazıların, resimlerin, fotoğrafların çıktısını alıyorum. Kesip biçip A3 üzerine yapıştırıp kalıp hazırlıyorum. Fotokopiye veriyorum. 16 sayfa dergiyi 100 adet basıyorum. İzmir’deki kitabevlerine dağıtıyorum. İlk dergimin adı “Itır” sadece iki üç sayı çıkarıyor. Sonra parasızlık…

Bir yıl sonra tekrar deniyorum. Bu defa büyük giriyorum. Kapağı siyah kartondan olacak… İki ay kapak parası biriktiriyorum. 100 adet basıyorum yine, iş arkadaşım Hakan ve Çiğdem ile birlikte derginin kapağını (Baskı param olmadığı için) elle hazırlıyoruz. Derginin adı “Algı” bir sayı çıkıyor. Sonra parasızlık…

İki yıl sonra yeni bir dergi fikri aklıma geliyor. Hep edebiyat dergisi hazırlamıştım. Bu defa mizah dergisi çıkarmayı düşünüyorum. İsmi “Kötü Çocuk” deli gibi çalışıyorum, kız arkadaşımı da oraya buraya sürüklüyorum. Bir gün beni karşısına aldı,

“Neden bunlarla uğraşıyorsun?” dedi.

“Seviyorum, mutlu oluyorum” dedim.

“Değer mi bunca eziyete, Deli misin sen?” dedi.

“Deliyim” dedim. Bu onu son görüşümdü.

Kötü çocuk ilk çıktığında on beş gün içinde hepsi tükendi. İkinci ve üçüncü sayıyı 200’er adet çoğalttım. Bir akşam orta yaşın üzerinde şık giyimli bir hanımefendi kitabevine girdi.

“Bir dergi arıyorum” dedi.

“İsmi nedir?” dedim.

“Kötü Çocuk, yeni sayısı çıktı mı?” dedi. Hemen rafa koşup bir dergi getirdim. Çocuğuna alıyor sandım. Bu dergiyi genelde liseli gençler okuyordu.

“Çocuğunuz mu istedi?” dedim.

“Hayır, kendim için aldım. Severek okuyorum. Kim çıkarıyor bu fanzini?” dedi. Artık nasıl bir cesaret geldiyse sevinçle,

“Ben” dedim. Göz göze geldik. Şaşırdı. Ne söyleyeceğini bilemedi. Sonra birden sarıldı iki yanağımdan öptü,

“Delisin sen” dedi. Bilirsiniz ne derler, müşteri her zaman haklıdır.

“Evet, deliyim” dedim. O kadar çok mutlu olmuştum ki, işte sadece şu duygu benim bütün sıkıntımı, yükümü almıştı. Kız arkadaşım demişti ya, “Değer mi?” diye.

Evet değer, insan bazı şeyleri sadece kendi mutluluğu için yapar. 

Yıllar sonra Ahmet Nihat Yıldız’ı ve Nejla Uyanık Bilgilioğlu’nu tanıdım. Elerinde “Ege Sanat” isimli bir kültür sanat dergisiyle kitabevine geldiler. İkisi de yaptıkları işi o kadar heyecanlı anlatıyorlardı ki, kayıtsız kalmak imkânsızdı. Yanımdan ayrılırlarken içimden ‘Delisiniz siz’ dedim.  Yıllar içinde derginin, sayfa sayısı, kâğıdın cinsi, derginin boyutu, çıkış dönemleri değişti. Onların bu azmi, heyecanları hiç bitmedi. Giderek arttı. Edebiyat ve sanat onların hep yoldaşı oldu.

Zamanla bu iki güzel insan ağabeyim, ablam olmuştu. Nihat ağabey Yaklaşık iki yıl bir kitabevini yönetti. Bir gün yine bir projeyle yanıma geldi.

“Yayınevi kurup kitap basacağım” dedi. Gülerek (Ciddi olduğunu düşünmüyordum)

“Delisin sen” dedim. Sonra ciddi olduğunu anladım.

Hülya Nutku, Hülya Soyşekerci, Bedri Karayağmurlar, Alpaslan Bilen, Oğuz Tümbaş’ın destek ve güçle “Pagos Yayınları” kuruldu. Bu güzel isimlerin yanında olmak ne güzel, Ahmet Nihat Yıldız’a söylenecek tek söz var.

“Delisin sen”   

Bu ülkede insan deli olmalı yoksa akıllıların cesaret edip hiçbir şey yapamaya niyeti yok.