Mart yerel seçimlerinin ve özellikle de 24 Haziran İstanbul seçiminin Türkiye muhalif hareketine söylediği şudur; her totaliter yönetim gibi, yurdumuzdaki tek adam yönetimi de yıkılabilir. Bu umut eksenini sonuna kadar önemsemeli, mücadele saflarını daha da sıklaştırmalı ve her sahada hayatın içinde olmalıyız kuşkusuz!

Cumhuriyet Halk Partisi yıllardır süren stabil çizgiden nihayet kurtularak, aldığı görece doğru ittifak ve aday kararları ile yeniden umut olmayı başarmış gibi duruyor. Fakat önünde büyük sorunlar/tehlikeler olduğu da açık.

Bu tehlikelerin üst sıralarında, Cumhuriyet Halk Partisi içinde siyaset yapan kimi unsurların, İslami sağ siyasi çizgiden aşırı “medet ummaları” duruyor. Bu medet umma sözü de öylesine kurulmuş bir söz değil elbette. İki buçuk yıl il yöneticiliğini yaptığım partinin, bu sürecindeki gözlemlerime dayanmakta.

Partinin kimi yöneticileri ve belediye başkanları sanıyorlar ki; dini onlar gibi okşayınca, sağcılar, dinciler koşar adım sol siyasi çizgiye gelecekler. Bu iyi niyetli tutum, CHP’nin 1946 kurultayından beri, cumhuriyetçilerin başında bir beladır ve Cumhuriyet’in pek çok temel kurumundan vazgeçilmesine ve başta dinci sağ olmak üzere, sağ yelpazenin zenginleşip genişlemesine ve daha da kurumlaşmasına olanak sağladı.

Yıllardır din eksenli bir siyaset ve birkaç yıldır da tek adam rejimiyle mücadele edenler olarak, bu gerçeği görmezden gelebilir miyiz? Bu sözlerimi kimileri “sağdaki oylara ihtiyaç mı kalmadı” diye yorumlayabilir, ama yorumlamasınlar, çünkü söylediğim böyle bir şey değil. İktidar olmak için her tür oya ihtiyaç var kuşkusuz. Meramım, gittikçe unutulan bir gerçeği yeniden hatırlatmak;

Hepimiz biliyoruz ki Amerika’da olsun, Avrupa’da olsun, bizim geniş coğrafyamız ve ülkemizde olsun, sağcı gerici politikaların iktidara taşınmasının en temel dayanağı, dinin yeniden ve pervasızca okşanmasında saklı! Sağcı politikacılar, dinci akıl dışılığa prim vermeyi seviyor ve bunu iktidar olabilmelerinin bir gereği olarak görüyorlar.

Fakat sorun, aydınlanma kültürünü benimsediğini söyleyen politikacılarda; sanıyorlar ki onların etkilediği kalabalığı, kendileri de okşarsa oy alacaklar. Böylesi bir durum olanaklı mı?

Softalığın, dinciliğin orijinali hemen yanı başlarındayken ve sadaka dağıtmayı sürdürüyorken,  “sahte” gördüklerine yönelirler mi? Bu durum tarihten öğrendiklerimizi zorlamak, hatta inkâr etmek olmaz mı?

Aydınlanma cephesinde durduğunu söyleyerek, bu politikalara yakın olanlar bilmeli ki; o kitleler ancak, aklını kullanmaktan korkmadığı sürece, ortak bir gelecek imgesi uğrunda eziyeti göze alabilir ve sol politikaların yanında dururlar. Kitlelerin aklını kullanmaktan korkmayacakları bir siyasal ortamı sağlamak da elbette CHP’nin önündeki diğer önemli görevlerden biridir ve ancak eğitimle sağlanabilir. Aç insan, başta dinciler olmak üzere her tür aşırılığın tuzağına kolayca düşer, demek ki önümüzdeki görevlerden bir diğeri de özellikle belediyelerin öncülük edeceği sosyal politikalarla, insanların karnını doyurmaktır. Yani ki temel görevimiz insanları eğiterek “akıllarını kullanmayı öğretmek” ve karınlarını doyurarak muhtaçlıklarını gidermek olmalıdır.

Aksi yöndeki her davranış; yani dini ve kurumlarını okşayarak oy toplama isteği, yeni eziyetler ve hatta yeni kan denizlerinin oluşmasına yol açacaktır. Çünkü bu mücadele karanlıkla aydınlığın Horatius’tan, Mazdek’ten bu yana devam eden mücadelesidir. Var olmakla yok olmak arasındaki büyük mücadeledir!

17 yıldır ülkeyi yönetenlerin “dava” dedikleri tam da budur! Ve bizlerin “davası” da ışığın ve aklın galibiyeti davasıdır! İzmir’de ve Türkiye’de bu gerçeğin farkında olarak kurulacak mücadele hattı da kuşkusuz, CHP’nin şemsiyesi altında olacaktır. CHP bu gerçeğin farkında olarak il, ilçe yönetimlerini yeniden düzenleyerek, savaşın ön saflarına akıldan beslenen bir ışık ordusunu hazırlamalıdır!