12 Eylül faşist cunta darbesinin üstünden tam 41 yıl geçmiş. Faşist ve gerici darbenin izleri bugün bile silinmiş değil. Bir 78'liler kuşağının bireyi olarak, geçmişte yaşanan acıları unutmamak ve unutturmamak gerektiğine inanıyorum. Türkiye’yi tamamen değiştiren darbe sonrasında 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişinin ‘işkenceden öldüğü’ belgelendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 30 bin kişi siyasal sığınmacı olarak yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. Yargılanan gazeteciler toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapse mahkûm oldu. 300 gazeteci saldırıya uğrarken, 3 gazeteci silahla öldürüldü. 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 arasında gözaltında veya cezaevinde ölenlerin sayısı 183, açlık grevinde ölenlerin sayısı 5 olarak kayıtlara yansıdı.

Bunlar ise emperyalist güçler tarafından bugün gerici ve faşist yapılanmaların neoliberal politikaların uygulayıcısı ve bekçisi olması için yapıldı.

12 Eylül Darbesi ile alt yapıda gerçekleştirilen değişim ve dönüşümlerden biri de 24 Ocak kararlarıdır. Gerek 24 Ocak gerekse de 12 Eylül faşist darbesinin Türkiye’de sermaye birikiminin ulaştığı somut evrede ve bu evrenin somut  tıkanıklıkları karşısında, sermayenin önündeki engelleri aşmak için yaptığı atılımın birer ürünü olarak değerlendirilebilir. 12 Eylül’ün olağanüstü devleti koşullarında, ithal ikameci birikim rejiminden, ihraç ikamesi birikim rejimine geçişin nesnel gereklilikleri yerine getirilmiştir. Yeni birikim rejimi doğrultusunda salt iktisadi alan yeniden düzenlenmemiş, yasal-politik üst yapı da birikim rejiminin gereklilikleri doğrultusunda köklü şekilde biçimlendirilmiştir. Darbeci askerlerin siyasal iktidarı elinde bulundurduğu 1980-1983 dönemi, ülkenin hızla neoliberal politikalara istikrar paketleri ve yapısal uyum programlarıyla eklemlendiği görünmektedir. İhraç ikamesi sermaye birikim rejimi içerisinde büyük sermayenin (özellikle holdingleşen büyük sanayi sermayesinin) devletin stratejik seçiciliğine 5 mazhar olduğu söylenebilir. Gerek 24 Ocak Kararları 6 gerekse de burjuvazinin Ecevit iktidarını 1979 yılında devirmek için TÜSİAD’ın hükümet aleyhtarı basın ilanları vermesinin bu sürecin doruk noktasını teşkil ettiğini unutmamak lazım. Sermayenin TİSK, TOBB ve Ege Bölgesi Sanayi Odası, Hür teşebbüs Konseyi gibi resmi ve gayri resmi organlarının da TÜSİAD’ı bu kampanyada yalnız bırakmayarak ağır ve yıkıcı eleştirileriyle Ecevit hükümetini yıpratmaya çalışmalarını unutmamak ve unutturmamak lazım. Üstelik 1979’un ikinci yarısında bir TÜSİAD heyetinin ABD’de, IMF, DB, finans ve hükümet çevreleriyle Ecevit hükümetinin ‘gidişatı’ üzerinde ‘fikir alışverişinde’ bulunduğunu da eklemektedir. Korkut Boratav hocanın aktardığı, Ecevit’in daha sonraki süreçte yapmış olduğu bu konudaki bir değerlendirme de bu bağlamda oldukça anlamlıdır: “Bize IMF ya da ABD değil, işadamlarımız oyun oynadı” 5 Stratejik seçicilik kavramıyla Jessop, devletin politik güçler dengesi ve bu güçlerin takip edebilecekleri stratejiler üzerindeki farklı etkilerine dikkat çeker. Kavram devletin seçiciliğinin ilişkisel yapısına dikkat çekmektedir. Farklı sınıfsal (ya da sınıfla ilgili) güçlerin verili bir zaman ufkunda, farklı stratejilerde kendi çıkarlarının peşine düşme kapasiteleri üzerindeki faklı etkisi devlet sisteminin kendisine kazınmış değildir. Devlet yapıları ve farklı güçlerin devlete karşı benimsediği stratejiler arasındaki ilişkiye dayanır. Özetle darbeler ülkesi Türkiye kimliğini halen üzerimize atamadık. Şair Nevzat Çelik'in Necdet Adalı için yazdığı o ünlü şiir aslında bu zamansız ölümü en güzel şekilde resmediyor:

Bu şiiri de unutmamak unutturmamak ve bütün askeri ve sivil bütün darbeleri lanetliyorum. Bağımsız, özgür, kardeşçe bir dünya için Nevzat Çelik'in unutulmaz dizelerini de unutturmamak için...

Beni burada arama anne 

Kapıda adımı sorma 

Saçlarına yıldız düşmüş 

Koparma anne 

Ağlama 

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı 

Gözlerim şafak bekledim 

Uzarken ellerim 

Kulağım kirişte 

Ölümü özledim anne 

Yaşamak isterken delice...