Çok kısa bir şekilde en başından anlatacağım. 1929’da büyük buhran, yani ekonomik kriz patlıyor. İnsanların umutsuzluktan canlarına kıydıkları bir dönem Amerika’da. O zamana kadar yaygın ekonomi anlayışı “piyasa uzun vadede içinde kendi krizini çözer” şeklinde. Fakat krizin sonuçları çok ağır. Şu meşhur New York’taki 'Central Park’ bir gecekondu kasabasına dönüşüyor.

Tam o sırada Keynes denen bir adam çıkıyor ve “Uzun vadede hepimiz ölürüz, bir şeyler yapmalıyız” diyor. Ve onun fikirleri, başkan Roosevelt’in iradesiyle “Yeni Düzen” diye bir ekonomik sistem geliştiriyorlar. Bu sistemde ekonominin toparlanması için devlet insanları işe alır ve onlara sadece para vermek için iş yaptırır. Kilometrelerce uzunlukta yollar, barajlar yaptırtır. Hatta bazı durumlarda çukur kazdırır ve çukuru tekrar doldurtur. Niyet ülkeye canlılık getirmek, ekonomiyi toparlamaktır.

Başarılı da olur, 1970’lere kadar ‘Yeni Düzen’ yürürlükteki düzen olur. Sonra petrol krizi gelir ve dünya neoliberalizm ile tanışır. Neoliberalizm’in getirdiği şeylerin en büyüğü ‘iklim krizi’ olur. İnsanoğlunun kaynakları sorumsuzca kullanması, para hırsı ile israfa yönelik üretimler bunu getirdi. Bunları biliyorsunuzdur. Benim bahsetmek istediğim şey 'Yeşil Yeni Düzen’.

Fikir 2012 yılında çıkıyor ilk. 2008 mali krizinden sonra Alain Lipietz adında sonradan AP milletvekili olacak bir ekonomist neoliberalizmin artık çok fazla kriz yaratacağından ve bunun değişmesi gerektiğinden bahsediyordu. Burada Keynes’in devlet harcamalarını; yenilenebilir enerji, demiryolları, depreme dayanıklı enerji-etkin yapılar ve sürdürülebilir endüstriler için yapılmasını ön görüyor. Bu bağlamda mesela yeni yollara harcanacak parayı demiryollarına, yeni fabrikalara harcanacak parayı, tarıma ayırmaktan, enerji politikalarını yenilenebilir enerji kaynakları üzerinden kurmayı konuşmakta.

***

Yukarıda bahsettiğim son yüz senede, İzmir inanılmaz değişti. Nüfus baskısını bir kenara bırakırsak insanların sadece 3 ay oturacağı yazlıklar, kutu gibi kat kat evler için Foça mandalina bahçelerini, Urla’daki enginar tarlalarını yok ettik. Artık Buca’da üzüm yapılmıyor veya Torbalı ovasında tütün kokusu yok. Şehir arabalar rahat gidebilsin diye baştan dizayn edildi. Sahil yolları yapıldı, lagünler dolduruldu. Yüz sene önceden buralara gelecek bir zaman yolcusu Çatalkaya’nın tepelerini görene kadar İzmir’de olduğunu anlamayabilir bile. Çünkü doğru bildiğimiz; yukarıda anlattığımız gibi inşaattı, geniş asfalt yollardı. Tüm bu yaptıklarımız, evet çevreyi biraz yok edebilirdi fakat en nihayetinde mutluluk getirecekti. İnsanlar öyle düşünüyordu.

Ama görülen o ki bunca çaba, mutluluk veya arzuladığımız refah içinde yarınları getirmiş değil. Hatta belki de eski zamanlardan daha mutsuz ve çaresiziz. O zaman bize düşen, başka bir yol denemek. Şehrin kaynaklarını daha yeşil, daha sürdürülebilir, daha verimli kullanmamız gerek. Otobüslere harcanacak parayı trenlere, sanayiye harcanacak parayı tarlalara yatırmamız gerek. İzmir’in kendi kendisine enerji verebilecek bir yarını olması gerek. Hatta dünya için, daha doğrusu dünyamız için bunu o kadar iyi yapmalıyız ki örnek olmalıyız. Ki yapabiliriz, güneşimiz hala bizde, rüzgarımız hala bizde. Kim ne derse desin hala bir kenarına incir atsak beş sene sonra o kenarda incir ağacı görecek kadar bereketli şehrimiz. Üstelik stadyumlar yapacak, gökdelenlere destek olacak kadar da var paramız.

İstersek tekrar mutlu olabiliriz, İzmir yardım eder.