YAĞIZ BARUT / İZ GAZETE - Türkiye, geçtiğimiz haftayı, birçok ilde büyük bir yıkıma neden olan orman yangınları gündemiyle tamamladı. Ancak diğer taraftan ‘pandemi yangını’ da bu süreçte büyümeye devam etti. Vaka sayıları 22 bin bandına çıkarken aşılanma oranındaki düşüş bilançoyu ağırlaştırdı. Dördüncü dalganın şimdiden ‘aşısızlar pandemisi’ olarak anılması, topyekûn bir kısıtlamaya gidilmektense aşı olmayanlara yönelik kısıtlamaların getirilebileceği yönündeki ihtimali güçlendirdi. Türk Tabipleri Birliği Delegesi ve İzmir Tabip Odası’nın önceki dönem yöneticilerinden Dr. Fatih Sürenkök, aşılanma için yerelde nelerin yapılabileceğini İz Gazete’ye anlattı. Özellikle Büyükşehir’e kritik bir çağrıda bulunan Sürenkök, halk sağlığı adına aşısızların toplu ulaşım hakkının engellenmesi gerektiğini ifade etti.


 

‘ÖNLENEBİLİR SORUNLAR!’

Sözlerine, Türkiye’nin birçok ilinde çıkan orman yangınlarıyla başlayan Dr. Sürenkök, “Sağlıkçıların en büyük üzüntüsü, önlenebilir bir sorunun önlenmemesi oluyor. Orman yangını, seller, müsilaj, denizlerimizdeki kirlilik ya da pandeminin önlenebilir olduğunu biliyoruz. Bu sorunların hepsi insan eliyle yaratılıyor ama özellikle önlenmiyor! Mesela; politikacılar, dere yataklarına ev yapılmasına izin veriyor, sonra o dere yatağı üzerinde sel felaketi yaşandığında konuyla ilgili yeni baştan cümleler kuruyorlar. Hayır! Bu sizin ayıbınız. Pandemide de aynı örnek verilebilir. Çin’de ortaya çıkan Kovid-19 virüsünün İran’a ve İtalya’ya sıçraması, bizi de tehdit eder hale gelmişti ancak hiçbir önlem alınmadı. Alınan tedbirlerin hepsi de yapmacıktı” diye konuştu.

‘BİZİ DİNLEMİŞ OLSALAR…’

Sorunların aslında önlenebilir olmasıyla ilgili bir başka örnek daha veren Dr. Sürenkök, “Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanı, pandemi nedeniyle 50 bin yurttaşı kaybettiğimizi, 50 binin üzerinde yurttaşımızı da salgın yüzünden ertelenen sağlık hizmetleri nedeniyle kaybettiğimizi açıkladı. Bunun sebebi; pandeminin başından itibaren söylediğimiz, ‘Kovid dışındaki hastalar için temiz hastane ayırın’ uyarımızı dinlememeleriydi. Eğer bizi dinlemiş olsalardı ve her yeri Kovid hastanesine çevirmeselerdi, bu süreçte kalp krizi geçiren, böbrek düşüren, ayağı kırılan da tedavi edilememe gibi bir durum yaşamayacaktı.” dedi.

‘BU ÜLKE ÇOK MU UCUZ!’

Türkiye’nin özellikle son iki haftada çok ciddi vaka artışları yaşadığına değinen ve önümüzdeki eylül-ekim aylarında dördüncü dalgayı yaşayabileceğimizi söyleyen ama hiçbir şekilde tedbir alınmadığını da ifade eden Sürenkök, “Ne sağlık müdürlükleri ne valilikler ne de bakanlık özel bir önlem almıyor. Dolayısıyla yıkım daha büyük oluyor. Depremdeki yıkımın, depremin büyüklüğünden öte çürük yapılardan kaynaklı olduğunu nasıl biliyorsak; pandemideki yıkımın da tedbirsizlikten olduğunu biliyoruz. Ekonomik kaygılarla hareket edilince doğal olarak felaketi yaşıyoruz. Bayram öncesinde vaka sayıları 5-6 bin civarlarındaydı ama 10 gün gibi çok kısa bir sürede 22 binlere çıktık. Bugün Rusya’dan şu kadar turist geldi diye övünüyoruz ama bu gelenler virüsle birlikte geliyor. Siz, aşılı mı değil mi bakmadan bu turistleri alıyorsunuz; peki niye bir Türk vatandaşından Avrupa’ya giderken aşı ya da PCR testi isteniyor. Bizim ülkemiz ve insanlarımız çok mu ucuz! Net bir şekilde sağlık politikalarında yanlış yapılıyor.” açıklamasında bulundu.

‘DEVLET, ASLİ KUSURLU’

Hesap sorabilen ve hesap veren bir sistem olmadığı için kimsenin Sağlık Bakanına, ‘Pandemi savaşında komutan olarak ne yaptın, doğru kararlar aldın mı’ diye sormadığını ya da soramadığını kaydeden Sürenkök, “Umarım önümüzdeki yıllarda bir mahkeme veya bir etik kurul Sağlık Bakanını sorgular. Dilerim Sayın Bakan, doğru kararlar almıştır. Ama eğer doğruyu yapmadıysa etik ve mesleki anlamda da cezalandırılması lazım. Bugün pandemiden kaybettiğimiz yurttaşlarımızla ilgili devletin asli kusuru olduğu çok açık! Mutlaka bununla ilgili, kaybettiğimiz yurttaşların yakınları, ilgili tüm yöneticilerin yargılanması için dava açmalı” dedi.

İDDİALAR DOĞRU BİLE OLSA…

Aşılamadaki zayıflık ve toplumsal hareketliliği sevmemiz yüzünden yaz aylarına gelmemize rağmen pandemide ciddi bir azalmanın yaşanmadığını vurgulayan, doğru politikaların olmaması ve halkın da kişisel olarak üzerine düşeni yapmamasının sorunları büyüttüğünü belirten Sürenkök, aşı karşıtlığıyla ilgili de önemli açıklamalar yaptı. Dr. Sürenkök “Aşıyı devletler değil ilaç firmaları üretiyor. Bu firmaların önemli bir kısmı, savaş ekonomisini de elinde tutuyor. Bunlar savaşı çıkartıp silah da satabilirler, salgını çıkartıp aşı da satabilirler. Bu argüman doğru olsa da pandemi karşısında yapacağımız başka bir şey yok. Bizim buradaki asıl mücadelemiz; aşının devletler tarafından üretilmesi ve ekonomik bir meta olmaktan çıkarılması olmalıdır. Ayrıca aşının dünyadaki tüm insanlara ücretsiz ve zamanında verilmesini de sağlamalıyız. Sadece gelişmiş ülkelerdeki aşılanma oranı değil gelişmemiş ülkelerdeki aşılanma oranları da çok önemli. Örneğin Türkiye’nin aşılanma oranının yüksek olması yetmez, kapılarımızı açtığımız ülkelerin de aşılanması gerekir. Virüsün tüm dünyada kontrol altına alınması gerekiyor. O nedenle de aşının bir ekonomik değerinin olmaması gerekiyor, çünkü o ekonomik değeri veremeyen ülkelerin aşılanmaması, bizim riskimizin devam etmesi demektir. Bununla ilgili aşı şirketlerinin tamamen kamulaştırılması ve tüm dünyaya aşının adil dağıtılması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

‘BİYOLOJİK CANLI BOMBA!’

Aşı karşıtlığının Kovid-19 virüsü açısından özgürlük olamayacağını sık sık vurgulayan Dr. Sürenkök, “Kendime ait kararları verirken özgürlüğüm elbette var ama Kovid-19 aşısı olmak toplumsal sorumluluktur, bunun özgürlüğü olmaz. Örneğin, tetanoz olduğunuz zaman bunu başka birine bulaştırma ihtimaliniz yok. Bu anlamda tetanoz aşısı olmamak kişisel bir özgürlük olabilir. Ancak çiçek veya veba gibi hastalıklar bulaşıcıdır. Kovid-19 virüsü de bulaşıcıdır ve bu anlamda aileme, iş yerindeki arkadaşlarıma, toplu ulaşımdaki yurttaşlara karşı sorumluluğum var. Bende var olan bir virüsü diğer insanlara bulaştırıp onların ölümüne sebep olma ihtimalim var. Kimsenin kimseye bu virüsü bulaştırma hakkı olamaz! Aşılanmayanlar, biyolojik bir canlı bombadır; her an herkese zarar verebilirler ve bunu önlemek için de aşısızları ayırt edip yaptırım uygulamak zorundayız. Bunu da halk sağlığı adına yapmalıyız” dedi.

SOYER’E KRİTİK ÇAĞRI!

Halkın oylarını alarak İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olan Tunç Soyer’e halkın sağlık hakkını korumak gibi önemli bir görevi olduğunu hatırlatarak seslenen Dr. Sürenkök, “Kimse, HES kodu olmadan toplu ulaşımı kullanamıyor. AVM’lere, kafelere girerken HES kodu soruluyor. Büyükşehir derhâl, çok basit bir bilgisayar yazılımıyla 2 doz aşı olanları, HES koduna tanımlayıp onları da toplu ulaşım kartlarına yüklemelidir. İzmir’de aşılanmamış olanların ise İZBAN’dan, metrodan, otobüsten faydalanma hakları toplum sağlığı adına engellenmelidir. Tıp etiği ya da insan hakları açısından baktığımızda; benim yaşam hakkımı tehdit eden bir unsurun orta yerde barındırılması veya bunun desteklenmesi esas olarak benim özgürlüğüme ve yaşam hakkıma saldırmaktır. Soyer’e yaptığım bu çağrıyı, İzmir Valisi’ne de İl Sağlık Müdürü’ne de yapıyorum. Bir an önce İl Hıfzıssıhha Kurulu, HES koduyla girilmesi zorunlu olan her yere 2 doz aşı yaptırmayanların girmesini engellemesi gerekiyor. Bu kısıtlama, aşılanmayanların özgürlüğünü kısıtlamak değil, halk sağlığı adına alınan bir tedbirdir” sözleriyle kritik bir çıkış yaptı.

DURAKLARA AŞI KABİNİ

Öte yandan metro duraklarının girişlerine aşı kabinleri ve aşı ikna/danışmanlık çadırlarının kurulabileceğini ifade eden Dr. Sürenkök, “Bunları İzmir’de yapmak çok kolay çünkü Tunç Soyer gibi bir başkan ve ona inanmış insanlar var. Büyük serüvenler, küçük adımlarla başlar. Ben talebimi söyledim, büyük adımı da siyasetçiler toplum sağlığı için atsın.” diye konuştu.

‘AŞILANMAYI SAVUNUN’

“Pandemi tıbbi bir sorunsa, bu mücadele hekimlerle yürütülmeli ama karar verici konumda doğru düzgün bir hekim yok. Hep siyaseten yönetiliyoruz. Siyaseten çıkmış bir sorunu yaşamıyoruz ama siyaseten o sorunu daha kötüye götürüyoruz” diyerek pandemi mücadelesindeki hatalara işaret eden Sürenkök, “Yasalar, halk sağlığını koruma görevini vermiş ama siyaset bunu şuan kullanmıyor. Toplumcu sağlık hizmetini savunuyorsanız aşılanma zorunluluğunu da savunmak zorundasınız. Sağlık Bakanlığı, aylardır eveleyip geveliyor. Elinde yasalar, mevzuatlar var; aşı zorunluluğunu koy kardeşim, sana engel olan ne! Her gün, içinde onlarca insanın olduğu uçak düşüyor ve biz bu uçağın düşmesine sessiz kalıyoruz! Kimse demiyor ki; bu uçağın düşmesini engelleyecek bir sistem var ve bunu yapmak zorundayız! Sadece seyrediyoruz” şeklinde konuştu.

Sürenkök, Sağlık Bakanlığına ise, “Her gün ölenlerin içinde kaç tane aşılı, kaç tane aşısız var bunu açıklayın” çağrısı yaparken, “Kimseyi sopayla ikna etmek tarzımız değil ama insanlar ne tür bir felaketle karşılaşabileceklerini ve başkalarını nasıl bir felakete maruz bırakacaklarını bilmek zorundalar” diye de konuştu.

‘AŞI SAYESİNDE KAYBIMIZ AZALDI’

Virüs yükünün hâlâ çok olmasına rağmen aşılama sayesinde sağlıkçılar arasında yaşamını yitirme oranının oldukça düştüğünü ifade eden Dr. Sürenkök, “Halk, öncelikle hekimler yüzde kaç oranında aşılanmış diye bakmalı. Eğer hekimler arasında aşıya karşıtlık yüzde 60’lardaysa halk da aşı olmasın ancak bugün hekimlerin aşılanma oranı yüzde 100’e yakın. Hekimler aşıya güveniyorsa, elinde bilimsel bir veri olmayanların aşı karşıtı olması da anlamsız oluyor. Bu anlamsızlığı ise devlet imkânlarıyla ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bugüne kadar 400’ün üzerinde sağlık çalışanını kaybettik. Şükür ki aşının etkisiyle sağlık çalışanı kaybımız çok azaldı. Bu topluma çok büyük bir örnektir. Bakanlığın bunları sık sık vurgulaması gerekiyor” dedi.

Editör: Haber Merkezi