Dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana, uyusun da büyüsün ninni, tıpış tıpış yürüsün ninni…

Çocuk uyuyacak, ninniler dinleyecek, büyüyüyecek.

Çocuk tıpış tıpış yürüyecek.

Hayaller böyle de, ninniler böyle de, gerçekler nasıl olacak?

Ninniler de hayatın bir yansıması olduğuna göre, sözlü edebiyatın gerçek hayatla uyum sağlaması, sözlü edebiyatın değişmesi gerekmez mi?

Yeni hayatlar, yeni ninniler, ebeveyn gerçekleri, dünya gerçekleri…

Korkma çocuğum, korkup da uyanma, dışarıda nümayiş var, seslere alış diye bir ninni mi söylemek lazım?

Tıpış tıpış yürüme çocuğum, yürüme kısmını es geç, ne önde kal ne geride, büyü de kendine karbon izi yüksek bir araba al, pazar payını büyüt çocuğum da olabilir aslında.

Müsilaj var çocuğum denize girme, pandemi var yavrum sokağa çıkma, otur evinde uslu uslu, oynamak da neymiş, bak ekrana hayal et çocuğum da pekala çağdaş ninni kategorisinde değerlendirilebilir.

Büyük çocuklara da ninniler bulmak gerekli; çok çalış çocuğum, çok soru çöz, sınavlarda başarılı ol, piramitin iki üç basamak altında bir beyaz yakalı ol, emeğinle stresinle bir ol, daha yukarıya uzanmaya çalışma, oralar sınavsız başkalarına reserve…

Şanslı olan annelerin sekiz saatlik çalışma seansından sonra, şanslı olan babaların tüm borçları ödedikten sonra daha iyi ninniler yazabilecekleri kesin.

***

Yine çok şanslısınız keratalar, yeni ninniler yazılıyor namınıza, yüzyıllardır eskimiş olanlar değişiyor, zaten göremediğiniz danaların ne menem şeyler olduklarını araştırmanıza gerek kalmayacak, büyümenin sağlıklı ve huzurlu bir uykuda değil, kaygılı ve stresli bir yaşam geleneğinde saklı olduğunu bilerek hayata başlayacaksınız. Ebeveynleriniz gibi sudan çıkmış balık olmayacaksınız, balık ne diye sormayın sakın, çoktan seçmeli bir sınavın insan seçtiği bir zaman diliminde resmini göreceğiniz deniz canlısının suda yarattığı çalkantıya özlem duymayacaksınız.

***

Tarih, insanın yazdığı metinlerle dolu; normlarla, insan yaşamının bir düzende seyretmesine katkıda bulunduğunu sanan geçmiş nesillerin yaptığını yapmaya çalışmak biraz yorucu, biraz anlamsız, biraz hayalkırıklığı ve çokça vurdumduymaz değil mi?

Onlar olmasa daha da beter olurduk bakış açısının, aslında hep yeni bir yokluk yarattığını anlamak için çok mu geç?

Küçülmüş bir dünyada, hayat renkliliğinin değil de hayatta kalma şekillerinin renksizliğinde yaşamakta ayak diremek de neyin nesi?

Yetmiş yıllık bir ömürde, biraz adalet, biraz saygı, biraz güzellik, biraz zaman dilenmek, kocaman puntolarla yazılmış insan onuru ile bağdaşabilir mi?

***

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru…[1]

De diyebilir insan,

Kutludur, saygındır kuşkusuz

Çimentosu ninnilerle karılan

Çeliğine su diye

Öpücükler verilen

Çatılarında köpürmüş güvercin uğultusu

Bahçelerinde güneş sağnaklarıyla

Görkemli çocuk saraylarının

Cana can katan nuru.

Yani, yaratan ve adaletli olan insan gücünün

o her yerde geçerli

Kesenkes haklı onuru.’[2]

Ve bence doğrudur her ikisi de ve bir de; uyuma çocuk!

  

    

 

[1] William Shakespeare 66. Sone, Çeviri, Can Yücel

[2] Ahmed Arif, Hasretinden Prangalar Eskittim