Cumhurbaşkanı Erdoğan, ekonomide yeni dönem yeni yol haritasını açıklarken Çin modeli örneğini verdi ve “Türkiye’yi üretimle büyütmek, faiz kıskacından çıkarmak için ekonomide yeni dönemi başlattık. Üretimle yabancı yatırımcıların “Ekonominin dört saç ayağı bulunuyor. Bunlar; enflasyon, ihracat, faiz ve üretim. Enflasyon ekonomik göstergeler doğrultusunda gelişiyor. Ancak ihracat ve faiz belirlenebiliyor. Türkiye’yi üretimle büyütmek, faiz kıskacından çıkarmak ve bunun tamamen bitirilmesi için ekonomide yeni dönemi başlattık. Kararları da bu yönde alıyoruz. Bu kararlar yeni ekonomi politikasının uygulanması noktasında önemli. Altı aylık bir süreç öngörüyoruz. Zor olanı seçtik ama 4-5 aya toparlanacağız, 6 ay sonra ise meyvelerini yiyeceğiz. Vatandaş da bunu hissedecek. Üretimle yabancı yatırımcıların dikkatini çekeceğiz. Çin böyle büyümüş. Biz pazara daha yakınız, onlardan daha avantajlıyız.” dedi ve yeni bir deneme sürecine girdi. Bu yeni deneme modelinde cari dengenin sağlanmasıyla enflasyonun düşeceği, değersizleşen TL’nin ihracatı destekleyeceği, düşük faiz ortamının da yatırımları yukarı taşıyarak istihdamı artıracağı düşüncesine dayandırıyor.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” söyleminin aksine sonuç yaratacak bu denek modelin ayrıntılarına girmeden şu Çin Modeline bakacak olursak; Çin, bir buçuk milyara yakın nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesidir. Dönemin Çin lideri Mao Zedong’un 1976 yılında ölümü ve kültür devriminin sona ermesi ile yeni bir döneme girdi. O tarihlerde nüfusun çoğu tarım toplumu ve günde bir dolara çalışıyorlardı. Bugünün Çin’ini yaratan dönemin lideri Xiaoping “Kedinin rengini tartışmayalım, fare yakalıyor mu ona bakalım” diyerek kapitalist uygulamalar ve serbest pazarın önünü açtı. Çin’in o yıllarda ihraç edecek ucuz emekten başka bir ürünü yoktu. 1978 yılından itibaren kendi ölçeğine uygun olarak ve eğitimi de ihmal etmeden başlattığı reformlarla, yaklaşık 40-45 yılda bu güce ulaştı. Şu an Erdoğan’ın konuştuğu, 5-6 aya kadar toparlanacağız söyleminde olduğu gibi değil.

1990’lı yıllarda küreselleşme konulu bir kitap çalışmamda da değindiğim gibi, o yıllarda Çin, ucuz işgücü ve otoriter yönetimi ile her yıl yüzde 10-15 gibi oranlarda büyüyordu. Kitabımda, o dönemde Çin için “UYUYAN DEV” şeklinde bir ifade kullanmıştım. Gerçekten de öyle idi, yıllarca süren ucuz emek modeli ile aradan geçen yirmi yıl sonrası, iki binli yıllarda adını duyurmayı başardı.  Demokrasinin, insan haklarını yüksek perdede tartışıldığı, bu konularda yayınlanan birçok endekste, kendine son sıralarda yer bulan Çin, Hong Kong, Şangay, Tayvan ve Makao gibi özerk bölgelerde batının da etkisi ile yaratılan teknoloji sayesinde bugün dünyanın en büyük ekonomisi ABD’ye karşı dış ticarette avantajlı duruma geçti.

Erdoğan’ın tüm dönemlerinde Türkiye ekonomisinin en önemli konularından biri de kronik hale gelen cari açıktır. 19 yıldan beri cari açığı kapatmak için hiçbir girişimde bulunma, bugün cari açığı kapatmak için başka yaralar aç. Hatırlarsınız, damat bakan dolar için ben oraya bakmıyorum dedi. Merkez Bankası başkanı Şahap Kavcıoğlu’da önce manşet enflasyon- politika faizinin üzerinde olmayacak dedi, sonra çekirdekçi oldu, sonrasında fiyat istikrarını bıraktı, şimdilerde de enflasyonu bırakarak yüksek kurla cari açığı kapatmayı hedefine koydu, yani iktidar vatandaşımızı deneme tahtasına çevirdi. Sorarlar bu iktidarın ekonomi yönetimine, sen 2002-2013 arası döviz kurunu adeta çakılı tut, dünyada para bol ülkeye para akıyor, akan parayı üretime ve sanayiye yatırma, şimdi gel yeni bir şey deniyoruz de…

Yüksek kur ülkenin cari açığını kapatabilir. Sermaye ve yatırımları çekebilir ama demokrasi, insan hakları ve hukuk alanında yaşanan olumsuzluklar ve daha dün Erdoğan’ın “Stokçuların ellerindeki mallara el koyacağız” gibi söylemler gelecek sermaye ve yatırımları ürkütür. Bu deneme de boşa çıkar. Çünkü üretim ve ihracatımızın çoğu ithal mallara dayanıyor. Serbest bırakılan ve soluksuz yükselen döviz kuru bu nedenle üretim maliyetini artıracak, maliyet enflasyonu yaratarak sabit kalan emek yani işgücü ücretleri nedeni ile yoksulluğu artıracaktır. Erdoğan’ın 5-6 ay dediği hesap, kim akıl vermiş ise tıpkı 2018 yılında rahiple başlayan döviz kuru artışı nedeni ile ülkemizin 2022 yılında turizm açısından çok ucuz hale gelmesi ve 2019 yılında olduğu gibi 51 milyon civarında turist ve o dönemde elde edilen 34,5 milyar dolar döviz beklentisinden kaynaklanmaktadır.

AKP’nin bir seçimi daha kazanabilmek için denemeye koyduğu bu model ile önce ücret artışlarıyla yeni bir ivme yaratıp kredi genişlemesi ve uzun süredir uygulanmayan parasal genişlemeyle ki, bizim gibi benzer ülkelerde sıkılaşma devam ediyor, hızlı bir seçim sürecini zorlamak ve bu esnada son yirmi yılda hiç yaşanmamış bir yüksek enflasyon ve finansal istikrarsızlık yaşatmak olacaktır. Haziran 2018’deki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri ile 2019 yerel seçimlerinde ülke ekonomisini daha iyi göstermek için gelecek güvencemiz olan 128 milyar dolar rezervimizi bu şekilde sorumsuzca harcadılar.

Ekonomide en önemli kavram dengedir. Bir tarafı yaparken diğer tarafları bozmaman lazım. Şu örnekle son noktayı koyalım, zayıflamak için bir ilaç kullanıyorsun, tamam zayıflatıyor ama diğer taraftan da karaciğeri, mideyi bozuyor veya vitamin ihtiyacını gidermek için aldığın ilaç size aşırı kilo aldırıyorsa, sağlığını da dahil cebinize etki edecek yeni kıyafetler almak zorunda kalacaksınız. İşte bu ekonomi yönetimi de cari açık sorununu gidermek için fiyat istikrarını, döviz kurunu, enflasyonu, halkın yoksullaşmasını bir kenara bırakarak böyle bir çılgın deneye girişti. Düşük ücret ucuz emek halkı yoksulluğa ve açlığa götürür. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Açım diyene geber diyemezsin” sözünde olduğu gibi halka ne halin varsa gör denilemeyecektir. Demirel’in diğer bir sözünde ise ne yapılırsa yapılsın “Boş tencere her iktidarı yıkar”