Bildiğiniz üzere DYO bir boya markasıdır. Türkiye'de 1963 yılından itibaren sanatçısını desteklemek için iki yılda bir resim yarışması düzenler. Dört adet başarı ödülü ile yaklaşık elli adet resim sergilenmeye hak kazanır. Akademi ve bu işlere gönül vermiş ahali DYO'yu önemser ve yarışmada sergi almaya çalışır. Hatta 37’ncisinde ben de sergilenme almıştım.

Bu gün, niyetleri ve yaptıklarının ötesinde, gözden kaçırdıkları, olumsuz yanlarını biraz anlatmak istiyorum. Öncelikle, son dört yıldır almış olduğu bir kural ile başlayalım. Gençlerin önünü açabilmek için ''elli yaş sınırlaması getirmek''… Benim ergenlik dönemimde bir kuşak böyle yetiştirildi. Kırklarına kadar her şeyi denemiş, boyayı, kalemi taramış, yemiş yutmuş olması icap ederdi. Bu yaşlar genç bir sanatçının müjdesini verir, ömrü yettikçe bu işi öğrenmeye aday olurdu. Öğrenmek ve sanatsal icat hiç bitmezdi. Bu masum tanıma hak verirken anlaşılan günümüzde, elli yaş sınırı bazı kariyerleri görmezden gelmeyi göze almış durumdadır. Tabi bunun sakal, bıyık çelişkisi de var. Yaş sınırı yokken şan şöhret engeli de… Hakikaten bu durum, genç kariyeri görebilmemizi engel teşkil ederken, bazı etik duruşlar; ''Yeter katılmayınız efendim… Gençlere yer açınız'' demişlerdi. Ödüller, yazlık yenileyecek nefislere hakim oluyordu. Bu çevreler, bizim resim tarihimizin mihenk taşlarını oluşturmaktaydı.

Uluslararası yarışma olmasına karşın, sergilerinde yabancı bir sanatçının ödül aldığına daha tanık olmadım. Halbuki, global platformların açtığı yarışmalarda yağlıboya portre, natürmort, enstalasyon, video gibi net tarifler var. Sanatçı adayına, bu senenin portresini aradığına dair anlaşılır bir çağrı birliği var. Ne mutlu onlara!

DYO açtığı yarışmada, farklı jüri üyeleri ile sonuçları etkiler. Jürinin kişisel sanat eğilimleri, DYO’nun o yıl ki vizyonu olur. Talihsizlik şudur ki; büyük şehirlerden, çeşitli akademisyenlerden oluşan jüri, o yılın sanatçı adayını, o şehirden, o okuldan çıkmasına (en az bir tane) sebep olur. Şaşırmıyoruz…Sanatı yozlaştıran, kendine münasır bir aidiyetlik alanı!? Bu, belki de DYO'nun sorunu olmamalıdır. Ama ödül almış çoğu sanatçımızın yok olup gittiğini de görmüyor değiliz. Ödülden sonra bize farklı sergilerle geri dönüş yapamaması ayrıca üzücü. Üslup ressamın uğraştığı plastik sorunlardan biridir. Ama bazı değerler ile yeterince uğraşamamış, karakterini bulamamış ödüllü bir sanatçımızın başka bir çıkmazı da sürekli kendini tekrar etmesidir. Yinelemek isterim ki, bu DYO'nun sorunu değildir. Finalde, yarattığı baskı(ödül kabulü), sanatçıyı bir enkaza çevirişi düşündürücüdür.

Bu kadar ressam, neden DYO' ya koşar ki? Sergi ya da ödül bir tür dokunulmazlıktır. Bir eleştiri kaldıramazlık unvanı… Halbuki sanat, tüm tarihi boyunca erk'e bir başkaldırı tarihidir. Türkiye'de plastik arenanın devrimcileri, bu tür erk yapıları görmezden gelmeyi öğrenemedikçe erk'in keyfiliğinde arzu edildiği kadar görünür olacaktır. Resim eleştirisinin hayat bulduğu; resmin yarıştırılır bir şey olmadığını makul ortamlarda alınabilir, satılabilir, asılabilir bir şey olduğunu öğrenebildiğimiz de pek çok şeye çrayan bir şifayı, bulaştırma dileklerimle....

Bir zamanların Fransa’sında salon sergileri varmış. Reddedilenlerin de onlara inat bir reddedilenler sergisi olurmuş. Reddedilenlerin sergisini de reddeden, bir üçüncü reddedilen sergileri... Kavga dövüş olan bu sergilere halk koşarak gidermiş. DYO’nun neden bir reddedilenler sergisi olmasın?

DYO en az dört ilde sergisini dolaştırır. Takip edilmesini şiddetle tavsiye ederim. Şimdilik kendisi tek eleştiri alanımız gibi…

Sevgi ve saygılarımla…