ASYA YAŞARİKİZ / İZ GAZETE - Kentler tüketimin yoğunlaştığı alanlar olarak iklim krizi ile mücadelenin başkentleri. Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, iklim riziyle yerelde mücadele için yapılması gereken ilk işin iklim acil durumu ilan edilmesi gerektiğini söylüyor. 

Kentler tüketimin yoğunlaştığı alanlar olarak sera gazı emisyonlarında önemli rol oynuyor. Yerel yönetimler neler yapmalı?

Günümüzde kentleşme iklim krizinden bağımsız düşünüldüğünde bile dünyanın en önemli sorunlarından birisi. Yakın geçmişte nüfusu milyonla ifade edilen İstanbul, Ankara ve İzmir gibi üç kentimiz var iken bugün bu sayı 20’ye çıktı. Kırsal alanlar boşalırken kentlerde ciddi nüfus artışı var. Ülkemizin kentleşme politikasına baktığımızda da bu artışın engellenmesi gerekirken tam tersi yapıldığını görüyoruz.

Kentsel nüfusun artışı endüstrinin altyapı sorunları çözülmüş bu alanlara akışını körüklüyor. Nüfus artışı ve endüstri yoğun alanlar artan bir ulaşımı beraberinde getiriyor. Bu alanlarda döngünün sürekliliği için daha çok enerjiye, daha çok suya, daha çok gıdaya gereksinim oluyor. Bu artan gereksinimleri karşılamak için kentlerin çevresindeki kaynaklara el konularak bunlar kentlere taşınıyor. Aynı zamanda daha çok atık (katı, sıvı, gaz) üreterek çevre kirliliğini pompalıyoruz. Katı atıklarımızı gömecek yer bulamıyoruz. Kentlerde yoğunlaşan nüfusa su sağlayabilmek için akarsulardan farklı havzalara su taşıyoruz, yeni barajlar yaparak ekosisteme zarar veriyoruz vb.

Kentlerde ısı adası etkisi denilen bir çevre sorunu vardır. Kentlerdeki ısı üreten kaynakların çokluğu, yüksek binalar ve asfalt yolların hem ısıyı yansıtarak artırmaları hem de soğurdukları ısıyı gece yaymaları gibi nedenlerle kentler kırsal çevresine göre 3-5°C daha sıcak olur. Bu sıcaklığa bir de yaz günlerinin sıcaklığı ve sıcak dalgaları eklendiğinde yaşam alanlarını serinletmek için artan klima kullanımı da eklenince kentler yaşanması zor alanlara dönüşürler.

Kentler için saydığımız tüm olumsuzluklar aynı zamanda sera gazı üretimindeki artışı da beraberinde getirir. Endüstriyel tesisler, ulaşım, evsel ısıtma ve serinletme sistemleri nedeniyle atmosfere verdiğimiz karbondioksit miktarında giderek artan miktarlar söz konusudur. Bu da iklim krizi tartışmasında kentleri öne çıkarmaktadır.

Sera gazı üretiminde kapitalist sistemin üretim anlayışına bağlı olarak giderek yükselen düzeyler iklim krizini hızla yaklaşan bir canavara dönüştürmüş durumda. Hükümetler Arası İklim Paneli’nin raporları önümüzdeki yakın gelecek için, ki bu 2030 yılı olarak tanımlanıyor, sıfır karbon hedefine ulaşmamız gerektiğini ortaya koymaktadır. Bunun bir başka anlamı hızla fosil yakıt tüketiminden vazgeçilmesidir.

Sıfır karbon hedefine ulaşabilmenin en temel yolu, ülkemiz bazında konuştuğumuzda,  elbette ki ciddi politika değişikliklerinin benimsenmesidir. Bu da öncelikle ülke yönetimin yapması gereken önemli politika değişiklikleri anlamına gelmekte. Örneğin elektrik üretiminde çok kısa zamanda termik santral tercihinden dönülmesi, yani yeni termik santral yapılmaması ve 2030 yılına kadar çalışan termik santralların kapatılması ilk tercih olmalıdır. Enerji üretim ve tüketim dengesinin kurulması, enerji tasarrufu, enerji kayıplarının en aza indirilmesi, akılcı enerji kullanımı, rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına hızla yönelinmesi (örneğin devlet konutların çatısına güneş enerjisi sisteminin kurulması için özendirici mevzuat ve kredi sistemleri geliştirmeli) ancak bunu yaparken günümüzde toplumsal itirazlara neden olan ormanlık, tarım ve mera alanlarının işgali, yaşam alanlarının yakınına tesis kurma, bilimsel kuralların gözardı edilmesi gibi hatalar yinelenmemeli. Önemli karbon yutakları olan ormanların artırılması gerekirken bunların talan edilmesinden vazgeçilmeli. Endüstriyel tarım ve hayvancılıktan vazgeçilmeli. Sıfır karbon hedefine ulaşmak için başta kömür olmak üzere fosil yakıt kullanımının hızla azaltılması ve sıfırlanması sürecinde bu sektörlerde çalışanların başka sektörlerde çalışabilmesinin yolu bulunmalı, adil geçiş programları uygulanmalıdır. Okullarda müfredat programlarına iklim krizine yönelik eğitim eklenmelidir.

Yerel yönetimler bağlamında süreci değerlendirdiğimizde; iklim acil durumu ilan edilmeli (bu elbette hükümet düzeyinde de mutlaka yapılmalı), toplu taşıma sistemleri hızla artırılmalı ve var olanlar iyileştirilmeli ki bir yere gidecek vatandaş özel aracını kullanmak yerine toplu taşıma araçlarını tercih etmeyi öncelik olarak görmeli. Kent planlamasını konunun uzmanlarına bırakılmalı (uzmanlar iklim krizine yönelik çözümleri bu planlara eklemeli) ve yapılan planların bilimsel gereklilikler dışında değiştirilmesi gündeme gelmemelidir. Örneğin kentlerimizin çevresindeki ve içindeki endüstriyel tesisler ve  alanlarla ilgili kısa sürede çözüm üretilmelidir (İzmir bağlamında iki çimento fabrikası ve Atatürk Organize sanayi Bölgesi başta olmak üzere diğer benzer tesisler için acil çözümler üretilmelidir). Kentlerde giderek artan özel araç trafiğinden arındırılmış alanlar yaratılmalıdır.

Yerel yönetimler toplumsal farkındalığı artıracak önlemleri hızla almalı, kentleri toplumsal katılım süreçlerini etkin biçimde çalıştırarak kentte yaşayanlarla birlikte yönetmelidir.     

Uzmanlar kriz nedeniyle yaşanacak kuraklığın 21.yy sonuna doğru buğday tarlalarında %60 oranında tahribata neden olacağını söylüyor. Bu da gıda güvencesizliğini beraberinde getirecektir. Ne düşünüyorsunuz?

İyi niyetli bir yaklaşım bence. Politikacıların vurdumduymazlığı bu düzeyde devam ettiği sürece, Paris’te gerçekleşen COP 21 toplantısında alınan Hükümetler Arası İklim Paneli’nin önerisi olan kürenin ortalama sıcaklık artışının 1.5°C ile sınırlamak için sera gazı emisyonlarının azaltılması kararının hayata geçmesi süreci umulandan çok uzayacak. Bu da sıcaklık artışının 1.5°C bir tarafa 2°C’de bile tutulamayıp daha yüksek sıcaklıklarla karşılaşabileceğimize işaret ediyor. Bu artış ise sorunuzda belirttiğiniz buğday tarlalarındaki tahribatın 21. Yüzyılın sonlarını beklemeden gerçekleşmesi gibi çok tehlikeli bir süreci ortaya çıkaracak diye düşünüyorum. Bu çerçevede yalnız buğday değil birçok tarımsal ürünün de üretiminde ciddi kayıpların ortaya çıkacağı anlamına geliyor. Bu kayıplara eşlik edecek su sorunumuz olacak. Yüzeydeki (göller, nehirler, sulak alanlar) ve yeraltındaki su varlığımızda da çok ciddi kayıpların olması bekleniyor. Bu çerçevede yeterli gıda ve suya ulaşamayan toplumlarda ortaya çıkacak sağlık sorunlarını düşünmek çok sıkıntılı tabloları göz önüne getirmek anlamı taşıyor. Yani açlık ve susuzluk nedeniyle ortaya çıkabilecek hastalıklar ve ölümlerde ciddi artışlarla karşılaşacağız. Bunlara eklenecek başka bir sorun başlığı da azalan su ve gıdaya ulaşmak için şiddet uygulamaları, başka bir söylemle su ve gıdaya erişim savaşları.

Krizin halk sağlığı üzerindeki etkileri ne olacak?

İklim krizinin küremizin ortalama sıcaklığında artışa neden olmak  yanında; aşırı hava olaylarına (fırtınalarda artış gibi), sıcak hava dalgalarının görülme sıklığında artışa, yağış değişikliklerine (bazı bölgelerde ciddi artış, bazı bölgelerde ciddi azalma gibi), afetlere (sel, heyelan, kuraklık, orman yangınları, çölleşme), deniz seviyesinde artışa, ve ekosistemlerde çökme ve biyoçeşitlilikte azalmaya, tarımsal üretimde azalmaya, çevre kirliliğine (hava, su, toprak) neden olacak. Tüm bu etkilerin bileşkesinde iklim krizinden en çok etkilenen bölgelerden daha yaşanabilir bölgelere göçlere (iklim mültecileri) neden olacak

İnsan sağlığının çevresel faktörlerden doğrudan ve dolaylı olarak etkilendiğini biliyoruz. Bozulan çevre koşulları nedeniyle de sağlık sorunlarında ciddi artışlar ortaya çıkacaktır.

Bu etkilerin bazılarını başlıklar halinde değerlendirdiğimizde şöyle bir tablo ile karşılaşırız.

Sıcak hava dalgaları nedeniyle; sıvı kaybı, sıcak çarpması, kronik solunum ve dolaşım hastalığı bulunanlarda yaşanabilecek krizler nedeniyle sağlık kurumlarının acil servislerinde aşırı hasta yükü ortaya çıkacak; yaşlılar, kalp-dolaşım sistemi, beyin dolaşım sistemi ve solunum sistemi hastalığı olanlar arasında ölüm oranlarında artış olacak. Örneğin 2003 yılında Avrupa’da yaşanan sıcak hava dalgası nedeniyle ölen sayısının 30.617 kişi olduğu bilinmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü 2008 yılında 15 Avrupa kentindeki sıcak dalgalarının sağlık etkilerini analiz etti. Bu analiz sonucuna her 1°C sıcaklık artışının ölüm hızında %3’lük artışa neden olacağı saptandı. Bu da sıcak hava dalgalarındaki artışa bağlı riskin ne denli yüksek olduğunu göstermektedir.

Afetlerde, özellikle sel görülme sıklığında artış nedeniyle; suyla bulaşan hastalıklarında, ölüm ve yaralanmalarda artış olacak.

Hava kirliliğinde artış nedeniyle; başta akciğer kanseri görülme sıklığı ve ölümlerinde artış olmak üzere; mesane vb. farklı kanser türleri, ani ölümler, kalp yetmezliği, kalp kaslarında enfarktüs, damar sertliği, solunum yolu enfeksiyonları, kronik solunum yolu hastalığı (amfizem, KOAH gibi) olanlarda solunum yetmezliği krizleri,  beyin dolaşımı sorunları ve buna bağlı inme (felç) olgularında artış olacak.

Su kirliliğinde artış ve suya erişimin zorlaşması nedeniyle; suyla bulaşan hastalıklarda, temasla bulaşan hastalıklarda artış olacak. Ağır metal kirliliğine bağlı olarak; farklı sistem ve organ kanserleri, solunum ve dolaşım sistemi hastalıkları, anemi, tiroid bezi hastalıkları, karaciğer ve böbrek işlevlerinde bozukluklar, sinir sistemi hastalıkları, hipertansiyon, düşük doğum ağırlıklı bebekler, düşüklerde artış olacak.

İklim mülteciliği nedeniyle; kültürel çatışma ve buna bağlı yabancılaşma, uyumsuzluk, şiddet, suç oranlarında artış, gelecek belirsizliği ve buna bağlı stres, aşırı kalabalık ve düşük standartta yaşam süren insan sayısının artışı, parçalanmış aileler  gibi birçok soruna bağlı olarak ruh sağlığı sorunlarında artış

Yağışlarda yaşanacak sorunlar, kuraklık, çölleşme, su kaynaklarının azalması, deniz seviyesinin yükselmesi gibi olaylar nedeniyle; tarım alanlarının kaybı, besin maddelerinin üretiminde azalmaya bağlı olarak  beslenme yetersizliği-açlık  ve bunlara bağlı sağlık sorunlarında artış görülecektir.

Editör: Haber Merkezi