‘İklim Değişikliği’nden ‘İklim Krizi’ne…

Küresel ısınma, dönüşü olmayan bir yolda ilerlerken iklim krizinin artık insanlık ve içinde yaşadığımız mavi gezegen için acil bir durum olduğu yakın zamana kadar hep göz ardı edildi. Ya bir avuç insanın yersiz kaygısı diye yorumlandı ya da o ikonik fotoğraftaki gibi ‘kopmuş bir buzulun üzerindeki kutup ayısının sorunu’ olarak görüldü.

Avrupa yüzyılın sel felaketini, dünya kıyamet yangınlarını yaşarken; ülkemizde daha önce yaşamadığımız kasırga, şiddetli dolu yağışları gibi doğa felaketlerinin sayısı ve şiddeti her geçen gün artıyor. İklim krizinin sadece bir çevre krizi değil, insanlığın varoluş krizi olduğu gerçeği artık yadsınmıyor. Gezegenimizin karşılaştığı en büyük tehditler arasında başı çeken iklim değişikliği, bilim insanlarına göre, acil adım atılması gereken bir “kriz” halini aldı. Dünyanın içinde bulunduğu bu durumun vahametini iyi ve doğru ifade etmek amacıyla “İklim krizi”, “İklim acil durumu”, “İklim felaketi”, “İklim yıkımı”, “iklim soykırımı” terimleri kullanılıyor. Ancak AKP iktidarı dünyadaki terminoloji değişimini dahi takip edemiyor ve ‘iklim değişikliği’ olarak tanımlayan bir anlayışla süreci yönetmeye çalışıyor.

Araştırma Komisyonu’nda neler oldu?

Cumhuriyet Halk Partisi olarak, özellikle son 6 yıldır bilfiil doğa ve çevre haklarıyla ilgili konulara ağırlık veren, iklim krizine dikkat çeken, iktidarı iklim krizinden dolayı ülkemizi bekleyen tehditler konusunda uyaran ve çözüm önerilerini dile getiren bir politika izledik. İklim kriziyle mücadelede en önemli adım olan Paris İklim Anlaşması’nı 2015’te imzalamamıza rağmen parlamentomuzda onaylanmamasını Meclis gündemine taşıyan siyasi parti grubu biziz.

Sonunda Meclis’te bir araştırma komisyonu kuruldu. Her siyasi partiden milletvekilinin konuyla ilgili verdiği toplam 43 meclis araştırma önergesinin 23’ünü CHP olarak biz vermişiz.

Komisyonun ilk toplantısında; bizler, komisyon başkanının seçilmesine katkı vereceğimizi ancak hem siyasi etik gereği hem de tüm toplumu ilgilendiren ulusal bir konuda herkesin objektif davranabilmesi ve partiler üstü tavır sergilenmesi amacıyla başkanın iktidar, başkanvekilinin de ana muhalefet partisinden seçilmesi gerektiği yönündeki talebimizi ilettik. Fakat Cumhur İttifakı (AKP-MHP) uzlaşıyı tercih etmedi.

Bu tercih aslında komisyonun tüm çalışmalarını etkiledi. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, komisyon çalışmalarında yapıcı bir pozisyonda konumlandık, elimizden gelen tüm katkıyı sunduk ve hem Meclis’teki toplantılara hem saha çalışmalarına eksiksiz katıldık.

Komisyonun AKP’li ve MHP’li üyeleri devlet organizasyonunda yer alan kurumlardan görüş alma eğiliminde oldular. Bu yüzden maalesef, görüşlerine başvuracağımız kurum, kuruluş ve uzman kişilerin belirlenmesi sürecinde de uzlaşı sağlanamadı.

Biz, komisyon çalışmalarına katkısı olacağını düşündüğümüz, alanında etkin ve yetkin olan sivil toplum kuruluşları ve bilim insanlarından oluşan bir davet listesi hazırlayıp talep etsek de olmadı. Ulusal ve uluslararası alanda önemli çalışmalar yürüten çoğu kişi, kurum ve kuruluş komisyon başkanlığı tarafından davet edilmedi. Bu da iklim acil durumuyla ilgili ihtiyaç, görüş ve önerilerin rapora yansımamasına neden oldu.

Bizce çok önemli olan ve komisyonun adında da yer alan ‘su kaynaklarının verimli kullanılması’ konusunda İstanbul, Ankara ve İzmir’in yerel yönetimlerinin (İSKİ, ASKİ ve İZSU) komisyona katkılarını iletmesi talebimiz de karşılanmadı.

Komisyon raporunun yazımında görevlendirilen uzmanların tamamının Bakanlık personeli olması da bir diğer sorundu. Çünkü aynı zamanda bürokrat olan raportörler bağlı bulundukları Bakanlığın politikalarını koruma refleksiyle hareket ettiler. Bu durum; raporda hem iktidar partisinin görüşlerinin ağırlıklı olmasına hem de muhalif görüşleri ve hatta gerçekleri yazmak konusunda çekingen davranmalarına neden oldu.

Nasrettin Hoca’nın maya çaldığı göl artık yok

Araştırma komisyonu olarak yaptığımız saha çalışması kuraklığın ve karşı karşıya olduğumuz tehlikenin boyutunu kavramamız açısından çok önemliydi. Seyfe Gölü, Kayseri Sultansazlığı Milli Parkı, Ereğli Sazlıkları, Meke Gölü, Burdur Gölü ve Eber Gölü’nde yaptığımız incelemelerde yaşanan büyük ekolojik yıkımı yerinde gördük.

Dünyanın en önemli sulak alanlarından biri olan Seyfe Gölü, artık Seyfe Çölü... 70’li yıllarda 320 bin flamingonun, pelikanın ve 250 kuş türünün yaşadığı sazlıklarda kuşlar havalandığında gökyüzünün karardığı bu sulak alanda artık bir damla su yok. Tarımsal sulama için burayı bitirmişler ama artık tarım da yapılamaz halde. Google’da ‘Dünyanın nazar boncuğu’ diye aradığınızda inanılmaz manzarasını gördüğünüz, 5 milyon önce oluşmuş Meke Gölü de artık yok... Nasrettin Hoca’nın maya çaldığı o tarihi Akşehir Gölü de…

Bu topraklar, bu göllerle, ormanlarla, dağlarla, derelerle, nehirlerle vatan. Siz bu vatanı koruyamıyorsanız, buraya vatan diyemezsiniz. Biz buraları kimseden 49 yıllığına kiralamadık. Buralar bizim, bizim olmaya devam edecek. Bu topraklara sahip çıkmak zorundayız.

İklim krizi hem ulusal güvenlik sorunu hem de memleketin gerçek beka sorunu... Radikal kararlar alarak ülkemizin geleceğini kurtarmak zorundayız.

COP26’da nasıl anıldık?

Dünyada iklim krizinin yıkıcı etkilerine karşı yeni bir anlayış gelişiyor. Daha önce savaşların çıkmasına, sınırların değişmesine neden olan enerji politikalarını dahi artık iklim belirliyor. Gezegenimizden başka gidecek yerimiz olmadığı gerçeği, ülkeler ve toplumlar arasındaki klasik fay hatlarının kırılmasına ve yeniden şekillenmesine yol açtı. Ülkeler, kuzey-güney, zengin-fakir ayrımı yapmadan COP26’da bir araya geldiler. Krizden en çok etkilenecek olan Z kuşağı, Amazonlarda yaşayan yerliler, Afrika’dan gelen delegasyonlar, sivil toplum ve aktivistleri bir araya geldiler. Karbonsuz düzene doğru yol alırken; farklı ülkelerin, farklı metotlarla ve ciddi planlamalarla küresel ölçekte iklim krizine karşı verilen mücadeleye destek sunma çabasına şahit olduk. İklim krizi ile mücadelede yeni teknolojiler ve üretim biçimleri ortaya çıkarken, COP26’da bir yanda iklim krizine karşı önlem alan ülkeleri, diğer yanda iklim krizine karşı edilgen tutum izleyen teknoloji takipçisi ülkeleri gördük.

200 ülkenin Devlet Başkanı ve Bakan düzeyinde katılım gösterdiği, 123 devlet başkanının geleceğini bildirdiği, 122’sinin geldiği bu tarihi zirvede biz nasıl anıldık biliyor musunuz? Devlet Başkanı düzeyinde temsil edilmedik. Geleceği bildirilen ama gelmeyen o bir devlet başkanı Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan, ‘güvenlik’ gerekçesi ile COP26’ya katılmadı. O günlerde tek derdi ABD Başkanı ile görüşmek olan Erdoğan, G20’de Biden ile görüşünce, İklim Zirvesi’ne katılmayı gereksiz buldu. Çünkü iklim krizi hiçbir zaman Erdoğan’ın gündeminde olmadı. İklim krizi, tüm dünya için yaşamsal bir konu olsa da Erdoğan için değil. Çünkü iklim krizi, onun iktidarını pekiştirmesi, iç politikada esip gürlemesi, toplumsal parçalanma yaratması ya da tabanını konsolide etmesi için uygun bir konu değil. Erdoğan’ın COP26’ya katılmaması hem ülkemizin saygınlığını zedeledi hem Glasgow’da ülkemizi temsilen müzakereleri yürüten bürokratların çabasına zeval getirdi.

Başka bir yol yok!

Dünyanın gelecek yüzyılın sonunda ateş topuna dönme ihtimali; kaynakların giderek azalmasının beraberinde getireceği mahsul azlığı, açlık, kıtlık, susuzluk ve hastalıkların dünyayı kaosa sürükleyeceği açık. İnsanlık, doğanın ve tabiatın cömertçe sunduğu kaynakları sınırsızca tüketmesiyle birlikte çoklu tehditlerle karşı karşıya...

Geçtiğimiz yaz yaşadığımız yangınlar, seller iklim yıkımının birer fragmanıydı. Kuraklık, aşırı ve ani yağışlar sadece kentlerimizi vurarak maddi manevi kayba sebep olmayacak; aynı zamanda toprağa ve dolayısıyla üretime etki ederek gıda krizini, su kaynaklarımızdaki tükeniş ise temiz su krizini doğuracak.

Yaklaşık 20 yıldır ülkeyi tek başına yöneten siyasi parti, kendisine rant alanı olarak görmediği için iklim krizine karşı duyarsız kaldı. Bu yüzden her geçen gün hızla hayatımıza etki eden iklim krizini de yapılan uyarıları da görmezden, duymazdan gelmeyi tercih etti. Evet, bu bir ‘tercih.’

İklim yıkımıyla mücadelede; en önce tüm Bakanlıkların ‘iklim krizi’ hassasiyetini önceleyerek koordine olmaları gerekiyor. Zira bir yandan iklim kriziyle mücadele ederken diğer yandan dünyanın çöp sömürgesi haline gelmemiz kabul edilemez. Bir yandan ‘2053 net sıfır emisyon’ hedeflerken, diğer yandan karbon yutak alanlarımız olan ormanlarımız maden uğruna katledilemez. Bir yandan kuraklıktan dem vurup diğer yandan vahşi tarımsal sulamada ısrar edilemez. Ve ‘yeşil kalkınma devrimi’ hedefinden bahsederken, kömürden elektrik üretmeye devam edilemez!

Gerçekten uzak hedefler belirleyip, ‘çılgın’ projeler üretmeyi öncelemek yerine; Paris Anlaşması çerçevesinde dünyanın gittiği yeri de göz önünde bulundurup, gerçek hedefler belirleyerek iklim dostu projeler üretip hayata geçirmek zorundayız. Başka bir yol yok.

İklim kriziyle mücadelede İzmir örneği

Yıkıcı etkilerini her geçen gün daha da kuvvetli bir şekilde yaşadığımız iklim kriziyle mücadele ederken diğer yandan doğaya zarar veren, ekosistemi bozan iktidar politikalarıyla da mücadele etmek zorundasınız.

Gezi’den Cerattepe’ye, Efemçukuru’ndan Hasankeyf’e, Salda’dan Munzur’a, Kadıralak Yaylası’ndan Kazdağları’na, Gökçealan’dan Karakuyu’ya uzanan, Türkiye’nin dört bir yanında; incirlerin, zeytinlerin, orkinosların, yüz yıllık ağaçların çığlıklarının yükseldiği, AKP’nin talan, yağma ve rant düzenine karşı mücadele her geçen gün katlanarak sürüyor…

Bu noktada kafamızı İzmir’e ve İzmirlilere çevirmek gerekiyor.

Menderes Karakuyu, Efemçukuru, Selçuk Gökçealan, Seferihisar Orhanlı, Bayındır Sarıyurt, Kızıloba… İzmirliler kentin dört bir yanında köyünü, toprağını, havasını, doğasını, ürününü savunuyor. Bu savunmanın öncülüğünü ise İzmirli kadınlar yapıyor ve o ÇED toplantılarını yaptırmıyorlar. Biz de hem seçilmiş milletvekili hem bu ülkeyi seven yurttaşlar desteğe gidiyoruz. En son Menderes Karakuyu’da yapılmak istenen maden ocağına karşı eyleme gittik. Sadece Meclis’te yasama ve denetim görevleri kapsamında çalışmıyoruz, İzmir’in ve Türkiye’nin her yerindeki çevre ve iklim eylemlerine de katılıyor, halkın yanında oluyoruz.

Öte yandan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Tunç Soyer, doğa haklarını ve iklim kriziyle mücadeleyi sık sık dile getiren ve hizmetlerini de bu hassasiyet ve bilinçle yapan bir belediye başkanı. Dirençli kent yaratmak, Cittaslow Metropol olmak, tarımda su tüketimini azaltacak ürün desenini yaymak, iklim dostu ulaşım modeli uygulamak, bisiklet kullanımını özendirmek, etkili ve doğru atık yönetimi sağlamak gibi pek çok konuda vizyoner bir duruş ve yönetim sergileyerek İzmir’in geleceğine yatırım yapıyor.

Bizim mücadelemiz, her alanda ve mecrada devam edecek. Bu memleketin doğasını hiçbir yurttaşın geçim kaynağını ve atalarımızdan dedelerimizden kalan mirası hiçbir sermayedara, hiçbir iktidara yedirmeyeceğiz. Çünkü yaşayabileceğimiz başka bir ülke, başka bir gezegen yok.

Editör: Haber Merkezi