YAĞIZ BARUT / İZ GAZETE - Ege Bölgesi’nde; jeolojik oluşumları, zengin flora ve faunası ile tarihi ve mitolojik özelliklerinin bir arada bulunduğu, doğal/kültürel peyzajın ise en güzel örneklerinin sergilendiği saha olan Spil Dağı Milli Parkı’na komşu Kemalpaşa Beşpınar Köyü yakınlarında 2016 yılında yapılmak istenen taş ocağına ilişkin yargı kararlarını ve bölgenin önemini Kent Suçları Yazı Dizimizin 24’üncü konusu olarak ele aldık. O dönem köylülerin avukatı olarak mücadele eden Cem Altıparmak süreç ve yaşanılanlar hakkında bilgi verirken TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Helil İnay Kınay ise taş ocaklarının yarattığı tahribata ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Beşpınar Köyü çevresinin zengin orman alanları ve kiraz bahçeleri ile çevrili olduğunu, bölgede arıcılık faaliyetlerinin de yaygın olduğunu ve yöre halkının geçimini tamamen bunlardan sağladığını aktaran Av. Altıparmak, Milli Park sınırına 500 metre mesafede bir taş ocağı kurulması için İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü’nün 2016 yılında ‘Burkay Madencilik’ isimli firmaya ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı verdiğini, bu kararı duyan köylülerin ise projenin iptali için harekete geçtiğini aktardı. Altıparmak, ilk davayı 2016 Eylül ayında ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararının iptali için, ikinci davayı ise yine aynı yılın Ekim ayında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından aynı proje için verilen maden işletme ruhsatının iptali için açtıklarını aktardı.

‘CİDDİ DESTEK GÖRDÜK’

Bölgenin sahip olduğu biyolojik çeşitliliğin, tarımsal faaliyetlerin ve özellikle Spil Dağı Milli Parkı’nın görmezden gelindiğini söyleyen Av. Altıparmak, söz konusu coğrafyanın kendine has bir ekosistem barındırdığını, floristik açıdan da Ege Bölgesi’nin en zengin dağlarından biri olduğuna vurgu yaptı. Davanın başından itibaren sadece Beşpınar köylülerinden değil civardaki tüm köylerden ciddi bir destek gördüklerini, ortak protestolar düzenlendiklerini, saha nöbetleri tuttuklarını belirten Altıparmak, ÇED iptali davasında İzmir 5. İdare Mahkemesi’nin bir ay içinde ara karar oluşturarak projenin yürütmesinin durdurulması kararı verdiğini ve bu kararın gerekçesinin çok önemli olduğuna dikkat çekti.

‘HİLEYE BAŞVURDULAR’

ÇED yönetmeliğine göre; 25 hektar ve üzeri çalışma alanına sahip açık işletmeler ve yılda 400 bin tonun üzerinde kırma, eleme, yıkama ve cevher hazırlama işlemlerinden en az birini yapan tesislerin ‘ÇED Olumlu Kararı’ almak zorunda olduğunu kaydeden Av. Altıparmak, yatırımcı firmaların projelerini ÇED sürecinin dışında bırakmak için çalışma sahasını ve tesis kapasitesini bu kriterlerin hemen altında göstererek bir hileye başvurduklarını ifade etti. Beşpınar’daki taş ocağı projesinde ÇED sürecine takılmamak uğruna, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan alınan maden ruhsatı sahasının 98,22 hektar olmasına rağmen 23.33 hektar, kırma eleme tesisi kapasitesinin ise 390 bin ton olarak gösterildiğini ve ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı alındığını hatırlattı. Av. Altıparmak, mahkemenin ise bu ‘hukuku dolanma’ yöntemini fark edip davanın esasına girmeden önce ön tedbir olarak yürütmenin durdurulması kararı verdiğini söyledi. Daha sonraki aşamada ise mahkemenin, proje ile ilgili keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına dahi gerek duymadan davanın esası hakkında da karar verip aynı gerekçe ile yani ‘yasal yükümlülüklerine aykırı davranış’ sebebiyle ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararını iptal ettiğini de ekledi. Bu sürecin 3 ay sürdüğünü ve Danıştay’ın kararı onamasının ise yaklaşık 1 yılı bulduğunu ve bunun muhteşem bir hız olduğuna da değinen Av. Altıparmak, “Ne yazık ki çoğu zaman böyle hayati davalarda bu kadar hızlı kararlar alınamıyor. Mahkemeler keşif ve bilirkişi incelemesi yapmadan yürütmenin durdurulması kararını vermiyor. Bu süre zarfında ise yatırımcı firmanın projeyi faaliyete geçirmek için önünde hiçbir engel bulunmuyor. Ya doğaya ciddi zararlar verildikten sonra proje iptal ediliyor ya da köylülerin yasal ve haklı direnişleri sebebiyle proje sahalarında ciddi gerginlikler yaşanıyor” diye konuştu.

‘HUKUKİ DE SAYILMAZ!’

İktisadî gelişmenin sadece ekonomik büyüme olmadığına aynı zamanda kültürel ve doğal varlıkların korunması olduğuna da vurgu yapan Av. Altıparmak, “Bir faaliyetin ekonomik olup olmadığına yönelik değerlendirme, sadece elde edilecek gelirin düzeyi veya yatırımın büyüklüğü ile ölçülemez. Bu anlamda, ekonomik olan ekolojik de olmak zorundadır. Tek başına bir işletmenin faaliyeti esas alınarak bir faaliyetin ekonominin ihtiyacı olduğuna karar verilmesi ekonomik bir değerlendirme olmadığı gibi hukuki bir değerlendirme de sayılamaz. Böylesine kararların verildiği düzene de hukuk düzeni denmez. Rüzgâr, toprak ve su gibi önemli ve yaşamsal bir kaynağın korunmasının önemi ve yöre halkının ekonomisi gözetilmeden tek taraflı olarak madencilik faaliyetinin öneminden bahsetmek, ‘köylüler taş yesin’ demektir.” açıklamasında bulundu.

‘BİZ YAŞAMI, ONLAR SATACAKLARINI GÖRÜYOR’

Kemalpaşa’da sadece Beşpınar Köyü’nde değil, tüm o bölgede ciddi bir madencilik baskısı söz konusu olduğunu vurgulayan Av. Cem Altıparmak, “Spil Dağı eteklerinin önemli bir bölümü maden ruhsatına bağlanmış durumda. Yılda birkaç kez ruhsat sahibi firmaların proje başvuruları yaptıklarını görüyoruz. Bölgenin köylüleri, taş ocağı faaliyetleri konusunda çok hassaslar ve hemen harekete geçmeye hazırlar. Bunu da her fırsatta göstermekten çekinmiyorlar. Bu bölgede madencilik faaliyetlerinin bu kadar yoğun olmasının nedeni ise Spil Dağı tabii ki. Ekoloji mücadelesi içinde yer alanlar ve yörenin köylüleri bu dağa baktığında yaşamı görürken yatırımcıların gördükleri tek şey sadece satabilecekleri taşlar oluyor” ifadelerini kullandı.

‘KAMU YARARI OLMALI’

Maden ve Çevre Mevzuatı uygulamalarındaki sorunların; doğru yönetilemeyen ÇED süreçleri, kontrolsüz yapılaşma ve hammadde ihtiyacı için düşük maliyetler amacı ile kentlerin her bölgesinde açılmak istenen taş ocakları olarak sürekli karşılarına çıktıklarını söyleyen TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Helil İnay Kınay ise; ihtiyaçların ‘kamu yararı’ doğrultusunda değerlendirilerek bölgesel bir planlama ile karşılanması gerektiğini söyledi. Kınay, bu tür çalışmalarda kentin orman, tarım ve doğal yaşam alanlarının, çevresel risklerinin doğru yönetilmesi gerektiğini ancak mevcut uygulamalarda süreci yönetmek ve denetlemekle yükümlü kurumların yetersiz kaldığına vurgu yaptı.

‘ÇED ANLAMSIZLAŞTI!’

Yaşam alanlarının sürdürülebilirliği açısından hayati öneme sahip olan ÇED sürecinin; muafiyet tanımlamaları ile anlamsızlaştırıldığını, adeta bir prosedür haline getirildiğini söyleyen Başkan Kınay, ‘ben izin verdim oldu’ şeklindeki bir anlayış ile yerel halkın yaşam alanlarına saldırıda bulunulduğunu, Anayasa ile güvence altına alınmış ‘sağlıklı çevrede yaşam hakkına’ engel olunduğunu belirtti.

‘GERİ KAZANIMI YOK!’

Taş Ocağı yapılmak istenen sahanın yapısı gereği özellikle korunması gereken bir yer olduğunu söyleyen Kınay, madencilik faaliyetlerinin ise yapısı itibari ile ‘doğaya geri kazanımı mümkün olmayan’ etkiler bıraktığını ifade etti. Taş ocaklarının; bölgedeki toprak yapısına zarar verdiğini, coğrafi değişiklikler yarattığını, çıkan toz ve patlatma etkileri ile birçok tahribata neden olduğunu aktaran Kınay, bu etkiler nedeni ile verimli tarım ve orman arazilerinin, korunması gereken özel alanlarda gerçekleştirilecek her türlü faaliyetin çevresel etkilerinin çok daha hassas ve bütünsel bir planlama anlayışı ile değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

‘ETKİN POLİTİKA YOK’

Koronavirüs salgını sürecinde; sağlıklı çevre, sağlıklı gıdaya erişim, sağlıklı toprak ve tarımın öneminin bir kez daha ortaya çıktığını kaydeden Kınay, “30 Yılı aşkın Çevre Kanunu ve Çevre Bakanlığı geçmişine sahip ülkemizin çevre kalitesinin korunup geliştirildiğini, ülke yönetiminde ekonomik kalkınma ile doğal varlıkların korunmasını esas alan yönetim politikalarının etkin hale geldiğini söylemek mümkün değildir” dedi.

‘İÇİ BOŞALTILDI’

Sağlıklı çevrede yaşamaya yönelik yapılacak planlanma ve yönetim süreçlerinin tüm aşamalarında konu ile ilgili uzman meslek disiplini olan çevre mühendislerinin bakış açısının ve yaklaşımının önemli olduğuna vurgu yapan Kınay, merkezi ve yerel yönetimlerde çevre mühendisi istihdamının yetersiz olduğuna dikkat çekti. Hatta çevre mühendisi istihdamını arttırmak yerine, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından çevre mühendisliği diplomasının; çevre görevlisi gibi tanımlar ile farklı disiplinlere birkaç günlük eğitim sonrasında verilen uygulamalar ile yok sayıldığını, çevre yönetim süreçlerinin de dolayısıyla içinin boşaltıldığını ifade etti.

‘BÜTÜNCÜL BAKILMALI’

Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak daha sağlıklı bir kentte yaşamak için bütüncül, çevresel süreçleri iyi planlanmış etkin bir kent planlaması yapılması ve yürütülmesi, bu kapsamda da etkin denetim süreçlerinin gerçekleştirilmesi gerektiğini bir kez daha belirttiklerini söyleyen Kınay, “Sağlıklı bir çevre için sürecin tüm bileşenleri tarafından sorumluluklar yerine getirilmelidir. Ülkemizde ve kentlerimizde doğal varlıklarımızın korunarak geliştirilmesini yaşamsal bir olgu olarak değerlendirdiğimizi bir kez daha tekrarlıyor ve doğal varlıkların korunmasını esas alan yönetim ve çevre politikalarının hayata geçirilmesi konusundaki kararlılığımızı; mesleğimizi insanımıza, doğamıza, yaşamımıza sahip çıkma inancımız ve kararlılığımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz” dedi.

Editör: Haber Merkezi