Gizem TABAN/İZGAZETE- Türk Mühendisler Mimarlar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Emine Helil İnay Kınay, kentteki çevre sorunları ve mücadelelerine yönelik çarpıcı açıklamalarda bulundu. Kınay, kentteki atık yönetiminden, sağlıksız yapılaşmaya, yenilenebilir enerji tesislerinden, madencilik faaliyetlerine, İnciraltı planlamasından, Güzelbahçe’deki go-kart pisti tartışmasına kadar değerlendirmelerde bulundu. İzmir’in çevresel altyapı durumunu da değerlendiren Kınay, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın çevre mühendisliği uzmanlık alanının içini boşaltarak çevre görevlisi gibi bir kavram haline getirdiğini söyledi. 

“PANDEMİ ÇEVRE SORUNLARININ BİR SONUCU”
Çevre Mühendisleri olarak her türlü yaşamsal faaliyetin çevresel etkilerini minimize etmekle yükümlü bir meslek disiplini olduklarını belirten İzmir Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Emine Helil İnay Kınay, “Sağlıkçılar sağlıkla ilgili süreçleri yürütürken biz de aslında yaşam doktorları gibi tüm doğa ve canlı yaşamı üzerinden bu süreçleri yürütmeye çalışıyoruz. Mesleğimizin var olma sebebi olan; çevre kirliliği, çevre tahribatı, kaynakların kontrolsüz tüketimi gibi süreçler ve bunların sonucunda farklı hastalıklar, farklı oluşumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Pandemi de aslında bunların yarattığı bir sonuç” dedi.

“SAĞLIKLI BİR ATIK YÖNETİMİ GERÇEKLEŞTİREMİYORUZ”
Pandemiyle birlikte atık sorununun daha da arttığına dikkat çeken Kınay, “Bu değerlendirmeleri yaparken pandemi sürecinde özellikle 2020 başından itibaren ülkemizde de her anlamda ciddi kayıplar yaşadık. Sağlıklı bir yaşam için mücadele ediyoruz ve pandemi şu an buna en büyük tehdit! Pandemideki yeni yaşam stilimiz başka sorunları da gündeme getirdi. Tek kullanımlık ürünlerdeki artış, dezenfektan gibi kimyasal ürünlerin kullanımındaki artış, temizlik ve hijyen kaygısıyla yapılan çalışmalar bu sürecin başka bir yönü olan atık sorununu karşımıza getirdi, çevre kirliliği sorununu karşımıza getirdi. Türkiye’de zaten atık yönetimi çok sorunlu bir süreç… Kentimizde de durum çok farklı değil. Sağlıklı bir atık yönetimi süreci gerçekleştiremiyoruz. Ancak pandemi koşullarıyla beraber sağlık riski taşıyan, enfeksiyon riski taşıyan maske, eldiven benzeri tek kullanımlık ürünlerin kullanımındaki artış ve bunların olması gereken koşullarda toplanmaması, sokaklarda gelişigüzel atılması tüm insanlar için sağlık riski taşıyor. Özellikle maske ve eldivenlerin tıbbi atık olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve olması gereken şekilde toplanmasını sürecin başından bu yana söylüyoruz. Atıkların toplanması ile ilgili çeşitli uygulamalar gerçekleştirildi ama ne kadar sağlıklı oldu diye değerlendirirsek; şu an sokağa çıktığımızda bu atıkların gelişigüzel atıldığını halen görüyoruz” diye konuştu.

TOPLUM BİLİNCİ VURGUSU
Atık yönetiminin toplum bilinciyle birlikte yürütülmesi gerektiğini vurgulayan Kınay, “Ülkemizde de kentimizde de doğru ve etkin atık yönetimi yapıldığını söylemek mümkün değil. İzmir’de de aslında bir değer olarak kullanmamız gereken çöplerimizi evlerimizden çıkma aşamasından itibaren doğru ayırmadığımız için sürecin her parçasında değerini kaybediyoruz. Şu an İzmir’in tüm çöpü Harmandalı depolama sahasına gidiyor. Bununla ilgili İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yürütmeye çalıştığı modern bir atık yönetimine ilişkin tesislerle ilgili çalışmalar halihazırda devam etse de bunun toplum bilinciyle beraber yürütülmesi gerekiyor. Tesisleri kurabilirsiniz ama bu sistemi yönetmeniz için bu kentte yaşayanlarında o sistemin içinde üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekiyor. Ürettiğimiz atığı doğru bir şekilde ilgili bertaraf sistemine yerleşecek şekilde kaynağında ayırmak önemli. Merkezi ve yerel idarelerin de kendilerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri gerekiyor. Bu mekanizmaların birin de aksama yaşandığı zaman maalesef ülkenin her yerinde olduğu gibi biz de çöp dağlarında yaşıyoruz” açıklamalarında bulundu. 

“BELEDİYELERİN EKSİKLERİ OLDUĞUNU BİLİYORUZ”
Belediyelerin atık yönetimine ilişkin performansını değerlendiren Kınay, “Belediyelerinin de toplama, taşıma ve bertaraf sürecine ilişkin çalışmalarında eksikliklerin olduğunu zaten hepimiz biliyoruz.  Olmasa şu an çöpü konuşuyor olmazdık. Yerel yönetimlerde çevre mühendisleri kadrolarına baktığımızda da zaten kısıtlı olan kadrolarda çevre mühendisi sayısının da çok yetersiz olduğunu görüyoruz. Atık yönetimindeki aksaklıkların giderilmesi için hem mühendislik hem planlama hem de sosyal boyutunun bir arada değerlendirilmesi gerekiyor. Ancak bunun bir politik malzeme haline getirilmemesi lazım. Çevre sorunları bir politika malzemesi değildir, yaşam sorunudur. O yüzden merkezi idarelerin, yerel idarelerin ve o kentte yaşayan herkesin içinde olduğu ortak bir sorumlulukla yürütülmesi gerekir” ifadelerini kullandı. 

“ÜSTTEKİ KONTROLSÜZLÜĞE YETEMEYEN BİR ALTYAPI VAR”
İzmir’in diğer tüm kentlerde olduğu gibi sağlıksız bir yapılaşma problemi olduğunu kaydeden Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı şunları söyledi: “Bir ülkede sağlıklı bir yaşamdan bahsedebilmeniz için çevresel altyapınızın doğru bir şekilde planlanmış, düzgün bir şekilde işlemiş olması gerekiyor. Kentin planlama aşamasında; sanayi, turizm, enerji tesisleri, madencilik, konut, sosyal tesislerin planlama süreçlerinde çevresel etkilerinin bütünsel bir bakış açısıyla üst ölçekten değerlendirilip buna göre gerekli planlama kararlarının alınıp, ardından alt ölçekte yapılacak çalışmaların uzmanlar denetiminde gerçekleştirilmesi ve denetim mekanizmasının doğru ve etkin şekilde yürütülmesi gerekiyor. İzmir’in diğer tüm kentlerde olduğu gibi sağlıksız bir yapılaşma problemi var. Üstteki hızlı ve kontrolsüz yapılaşmaya yetemeyen bir altyapı problemi var. Temiz suya erişim, kullanılmış suları arıtılması toplanması, hava kalitesi, toprak kalitesi, çöplerin toplanması gibi birçok problemi var. Kentleşme, sanayi madencilik ve benzeri tüm faaliyetlere baktığımızda çok ciddi bir baskı var. Bu baskının karşısında çevresel yaşam kalitesini koruyabilecek, bu sürecin etkilerini azaltabilecek bir mekanizma yok. Dolayısıyla baskılar arttıkça bu süreçlerdeki kırılmalar ve eksilmelerle beraber aslında biz kentte yaşayanlar olarak bunun bedelini sağlık sorunları olarak ödüyoruz.”

“ALİAĞA’DA BARDAK TAŞIYOR”
Aliağa’da mevcut çevresel kaliteyle ilgili bir iyileştirme olmadan yeni tesislere ya da kapasite artışlarına izin verilmemesi gerektiğini söyleyen Kınay, “İzmir’de bir Aliağa sorunu var. Çok ciddi çevresel riski olan tesislerin yığıldığı ve gittikçe çevresel yükün arttığı, bardağın taştığı bir Aliağa var. Biz Aliağa’yı İzmir’in hava kirliliğinin sebeplerinden biri olarak görüyoruz. Analizler de bunu gösteriyor. Aliağa’nın sadece havası değil suyu toprağı da kirli. Çevresellik kapasitesini doldurmuş bir alanda bu bardağı taşıracak yeni çalışmaların yapılmaması gerekiyor. Mevcut tesislerde bir rehabilitasyon süreci gerçekleştirilmesi, denetim ve izleme süreçlerinin çok daha etkin yapılması gerekiyor. Bölgede yeni tesislere izin verilmemeli. İzmir’deki ÇED kararlarının ya da başvurularının genel anlamda belli kitlelerde belli sektörlerde yoğunlaştığını görüyoruz. Bunların büyük çoğunluğu Aliağa Bölgesi’ndeki tesislerin kapasitesi artışı projeleri ya da kentteki taş ocakları ve enerjiye yönelik projeler. Öncelikle Aliağa’da mevcut çevresel kaliteyle ilgili bir iyileştirme olmadan yeni tesislere ya da kapasite artışlarına izin verilmemesi gerekiyor. Mevcut tesislerin de çevresel kalitelerinin arttırılmasına ilişkin yeni düzenlemeler yapılması gerekiyor. Bunların yapılabilmesi için de Aliağa’nın uzmanlar tarafından bir çevresel planlama açısından değerlendirilmesi ve bu bölgedeki halihazır tesislerin çalışmalarını bu yönde denetlenmesi ve izlenmesi gerekiyor” dedi.

‘İSTEMEZÜKÇÜLÜK’ AÇIKLAMASI
TMMOB’a bağlı meslek odalarına karşı zaman zaman yapılan ‘istemezükçü’ eleştirileriyle ilgili de konuşan Kınay, “TMMOB’a bağlı meslek odalarının temel hedefi ve görevi; meslektaşlarıyla hak mücadelesini yürütürken aynı zamanda kent ve ülke gündemine ilişkin mesleki uzmanlık alanlarıyla ilgili yaptığı çıkışlarla kent ve kentlinin yaşam hakkını savunmaktır. Biz bu noktada kentte ve ülkede doğru olan, kamuya katkı sağlayacak her projenin arkasında olduk. Eğer ‘istemezükçülük’ kamu yararını istemekse biz bu noktada devam edeceğiz. Biz kent suçları ve yeni kent suçları yaratılmaması için mücadele etmeye devam edeceğiz. Burada ‘istemezükçü’ kavramı üzerinden yaratılan tartışmalarla ilgili bizler belli bir kitlenin belli grupların hepimize ait olan sağlıklı yaşamı, doğal kaynaklarımızı, doğal varlıklarımızı talan etmesine, kamu yararı dışında farklı amaçlara yönlendirmesine her zaman olduğu gibi karşı çıkacağız” dedi.

“EKOLOJİYİ EKONOMİYE KURBAN EDEN BİR ANLAYIŞ VAR”
Ekolojiyi ekonomiye kurban eden bir yönetim anlayışı olduğunu ifade eden Kınay, “İzmir genelindeki özellikle doğal sit alanlarında, tarım alanlarında, orman alanlarında gerçekleştirilmesi planlanan RES, GES, Hidroelektrik Santralleri, gibi tesisler bu bölgelerin alan kullanım özelliğini değiştiriyor. Bir taraftan enerji elde etmek için daha az kirlilik yaratan bir tesis kurmaya çalışıyorsunuz ama enerji elde etmek için bu alanı başka bir amaç için heba ediyorsunuz. Planlama süreci içinde bu dengenin doğru yönetilmesi lazım. Bölge halkının tepki verdiği, dava açılan RES’ler doğru yerde doğru şekilde planlanmış çalışmalar değil. Çeşme Germiyan’da da benzer şekilde. ÇED kararları iptal edilmiş, ÇED raporlarına ilişkin davalar açılmış, ki ÇED süreci de ülkemizde tartışılması gereken başka bir konu. ÇED sürecinin halkın bu aşamanın içerisinde olmasıdır. Çevre yönetiminde temel süreç insandan bağımsız değildir. Ama ne yazık ki ülkemizde ÇED sistemine baktığımızda sistemin adının olduğu ama içinin boş olduğunu görüyoruz. Yetersiz raporlara uygunluk görüşlerinin verilmesi hem hazırlayanların hem denetleyenlerin hem karar verenlerin aslında yetersizliklerini ve bakış açılarını gösteriyor. Çeşme Projesi, Germiyan, Yarımada Bölgesi, Karaburun’da olduğu gibi tüm RES projelerinde de benzer süreçler yaşanıyor.  Sorun zaten planlama ve ÇED sürecinde yaşanan aksaklıklar. Biz çevre mühendisleri olarak hep planlamanın önemini vurguluyoruz. Çünkü daha başında bir doğru yönetmezseniz ondan sonraki süreçlerde ortaya çıkacak olumsuzlukları ne kadar müdahale ederseniz edin bunları sıfıra döndürme şansınız yok. O yüzden planlama aşamasında doğru değerlendirirseniz düzeltme şansınız var. Sorun zaten; ekolojiyi ekonomiye kurban eden bir yönetin anlayışı… Sağlıklı yaşamı, çevreyi her şeye feda eden, ‘Ne olursa olsun kalkınacağız’ cümlesiyle giden ama bu kalkınmanın toplum yararına mı olduğu yoksa farklı bir kitlenin yararına mı olduğu noktasında ciddi tartışmalarımız var” açıklamalarında bulundu. 

“KAMU VE ÇEVRE YARARI TAŞIYAN BİR POLİTİKA OLMASI LAZIM”
Çeşme Germiyan’da halkın tepki gösterdiği RES’ler ve Bergama Kozak Yaylası’ndaki faaliyete geçirilmesi hedeflenenGranit Ocağı hakkında da açıklamalarda bulunan Kınay şöyle konuştu: “Germiyan’da da halkın tepkisiyle beraber bir hukuk süreci var. Hukukun verdiği karara rağmen bu sürecin işletilmeye, bu tesisin yapılmaya çalışılması olayın başka bir boyutu. Biz hep şunu söylüyoruz; Anayasa bizlere sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını veriyor. Aynı Anayasa tüm vatandaşlara çevreyi koruma görevini de veriyor. Dolayısıyla bu anlamda çevre mücadelelerinde bölge halkı da sağlıklı çevrede yaşam hakkını savunmak ve çevreyi koruma görevini yerine getirmek üzere bu mücadeleyi yürütüyor. Buralardaki yapılacak çalışma çevreye verilecek zararın en aza indirgenmesi… Bütünsel ölçekte kayıpların değerlendirileceği denetleneceği, nihai amacın kamu ve çevre yararı doğrultusunda yürütüleceği bir yönetim politikası olması lazım. ‘Ne olursa olsun enerji üreteceğim, turizmden gelir elde edeceğim, sanayileşeceğim’ dediğiniz zaman belki kısa vadede gelirler elde ediyorsunuz ama uzun vadede enerji, turizm, madencilik gibi tüm sektörlerin yaşayamayacağı, herkesin kaybettiği bir sistemin içinde oluyorsunuz. Bergama Kozak Yaylası çok özel bir alan. Son dönemlerde bu alanın çeşitli madencilik faaliyetleriyle açıldığını görüyoruz. Özellikle orman mevzuatında ve maden mevzuatında yapılan son değişiklikler bu talanların da önünü açıyor.”

“İNCİRALTI’NIN RANT KAYNAĞI HALİNE GELMESİ ASIL TEHLİKE”
Yıllardır çözüme kavuşmayan İnciraltı planlaması hakkında da değerlendirmelerde bulunan Kınay, “İnciraltı geçmiş dönemden beri tartışılan bir konu. TMMOB’un bu noktada duruşu hep çok net oldu. İnciraltı İzmir’in çok az kalmış nefes alınan alanlarından biri. Yine burada alan kullanımına ilişkin değerlendirmelere baktığınızda İnciraltı bir tarım arazisi, doğal sit alanı ve sulak alan özelliği var. Bu noktada kenti planlıyoruz derken bu projelerin alan kullanımına yönelik değil de farklı projelere dönmesi ve bunun bir rant kaynağı haline gelmesi asıl tehlike. Oradaki toprak sahiplerinin de tabi ki değerlendirmeleri var ama İnciraltı İzmir’e ait bir alan, İzmir’in bütününü ilgilendiren bir alan. İnciraltı planlanırken mevcut arazi kullanım ve koşullarına uygun yapılması lazım. İnciraltı’nın, kentte nefes alabileceğimiz alanların korunması gerekiyor. Yapılacak planlamaların bu doğrultuda yapılması gerekiyor. Bunların dışında yapılacak her planlama o alanın özelliğini bozacak” ifadelerinin kullandı. 

“TARIM ALANINI GO-KART PİSTİNE FEDA EDEMEZSİNİZ”
Kınay, Güzelbahçe’de yapılması hedeflenen tartışmalı Go-Kart Pisti Projesi’ne ilişkin de, “Buradaki temel soru; yer seçimi ile ilgili kararlarda neyi neye feda ettiğiniz.  Tarım alanını Go-Kart pistine feda edemezsiniz” değerlendirmesinde bulundu. 

“TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ”
İzmir için ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ değerlendirmesini yapan Kınay, “Tablonun bütününe baktığımızda kara bir bulutla karşı karşıyayız. Bu hatalar devam ettikçe artık geri dönülemez noktaya doğru gidiyoruz. Çeşme Projesi de, Germiyan’da Aliağa’da, İnciraltı’da, Bergama’da, İzmir kentinin geneli için olay bu aslında… Tehlikenin farkında mısınız? İzmir bir taraftan baktığınızda Türkiye’nin aydınlık kenti. Çevresel altyapı hizmetleriyle ilgili baktığınızda; İzmirli sağlıklı içme suyuna sahip mi? İzmirli’nin kullanımından kaynaklanan atık sular doğru bertaraf ediliyor mu? Çöpleri doğru toplanıyor mu? Hava kalitesi yeterli mi? Kentin ulaşımı, sosyal tesisleri, kültürel ihtiyaçları, yeşil alanları ile ilgili çevresel boyutun sosyal etkileri ile ilgili değerlendirilmesi yeterli mi diye baktığımızda Türkiye ölçeğinde diğer kentlere göre İzmir artıda. Ama olması gereken standartlara baktığımızda ekside. Şu an bu kentte temiz havaya sahip değiliz, sağlıklı içme suyunu sahibiz ama gelecekteki sağlıklı su kaynaklarımız açısından tablo iyi gözükmüyor, ürettiğimiz atık sular arıtılıyor ama altyapı nüfus yükünü kaldırmadığı için bu karnenin sürdürülebilir olması mümkün gözükmüyor. Bütün bunlara baktığımızda İzmir kendi planlamasına göre bu süreci götürürken ikinci, üçüncü İzmir yükünün geleceğini öngörüyoruz. Bunlar geldiği zaman İzmir’in tek başına bu kadar yükü mevcut altyapısıyla kaldırması mümkün değil” diye konuştu. 

BAKANLIĞA ‘ÇEVRE GÖREVLİSİ’ ELEŞTİRİSİ
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın çevre mühendisliği uzmanlık alanının içini boşaltarak çevre görevlisi gibi bir kavram haline getirdiğini kaydeden Kınay, “En önemli sorun planlama, denetim, etkin yönetim dediğimizde uzmanlıktan bahsettiğimiz bir konuda Çevre Bakanlığı maalesef çevre mühendisi istihdamı yetersiz olduğu gibi aynı zamanda çevre mühendisliği uzmanlık alanının da içini boşaltarak çevre görevlisi gibi bir kavram haline getirip herkesin bu işi yapabildiği bir sistemi devreye soktu. Bizler de mesleğimizle, diplomalarımızla ilgili bir taraftan bu mücadeleyi yürütüyoruz. Planlamada, mimari de, sanayi tesisi, turizm, madencilik, ne konuşursanız konuşun bir çevre mühendisinin mutlaka orada çevre boyutunu değerlendirmesi gerekir. Uzman olmayan birinin gözünden değerlendirildiği sürece bu sorunlar devam eder. Buna bile tek başına baktığımızda bu ülkede çevreyi korumakla, sağlıklı yaşam hakkını korumakla görevli Çevre Bakanlığı’nın buna nereden baktığı çok net ortaya çıkıyor. Biz nasıl toplum için çalışıyorsak bu toplumda da her birimizin birbirimize sahip çıkması gerekiyor. Sesler birer birer kesilirse ortada konuşacak kimse kalmayacak” dedi.

Editör: Haber Merkezi