Siz de günlerdir adaletsizlikten uykularınız mı kaçıyor. Evet, dediğinizi duyar gibiyim! Uyku da haram oldu artık bize.

Eskiden de vardı sorunlarımız; ama bu denli değil! Büyük dalgalı ve fırtınalı bir okyanusta kıyıya vuracak gibiyiz. Biz daha rahattık eskiden. Siyasi tartışmalarımız oluyordu; ama biz değerlerimiz üzerinden tartışma yapmıyorduk. Bizi bize bağlayan değerlerimizin herkesçe az veya çok bir önemi vardı. Tartışıyorduk, önünde sonunda doğruyu buluyorduk! Sanki her şey tepetaklak oldu. Yanlışları doğru gibi, adaletsizliği adalet gibi; eşitsizliği eşitlik gibi önümüze birileri koyuverdiler!

İleri demokrasi dediler! İrade sandıkta belli olacak dediler! Ama YSK’nın önceden aldığı kararlara ipotek koyup sandıktaki irademizi yok saydılar! Böyle bir ortamda Kılıçdaroğlu, demokrasi ve adalet arayışının olamayacağını düşünüp bugünkü adalet yürüyüşünü başlattı. Amaçlardan biri milletvekili Enis Berberoğlu’nun yani halkın iradesinin tutuklanmasıydı. Bu önemsiz miydi? Önemsiz, diyorsanız, siz de benim uykularımı kaçıranlardansınız!

Altmış dokuz yaşındaki Kemal Kılıçdaroğlu,450 km.’lik yolu yürüyerek adalet arayışını hala sürdürüyor. Başbakan ve Cumhurbaşkanı ise bu adalet yürüyüşünü önce küçümseyerek sonra da tehditkâr  bir şekilde: ‘Bir gün savcılar da seni çağırabilir!’ cümlesiyle eleştirdiklerinde  şunu sormak geliyor içimizden: Böyle bir ortamda yargının bağımsızlığı tartışılabilinir mi? Oysa ki bu Kemal Kılıçdaroğlu’nun, refarandum sürecinde hayır bloğunu bir arada tutma çabasının en samimi göstergesi. Kılıçdaroğlu, ‘Kim gelirse gelsin, ben tek başıma da olsun İstanbul’a kadar yürüyeceğim!’ demişti hatırlarsınız. Bu samimi tavra karşın iktidarın ise söylem seviyelerinin bu düşüklüğü bence bu ülkede hem siyaset hem de demokrasi adına atılmış yanlış adımlarından en büyüklerindendir. İşte benim bu nedenle uykularım kaçıyor! Kılıçdaroğlu bu adalet arayışıyla sanırım birilerinin de uykusunu kaçırıyor. Adaletin olmadığı yerde biz adaletsizlikten uyuyamazken, bizi bu hale getiren adaletsizlerin de biraz uykuları kaçsın bence!

Hani, bir hikâye vardır.

Belki bilirsiniz...

Ölümlerin ‘çan çalarak’ ilan edildiği bir ülke varmış.

Çan bir defa çalındığında, ‘halktan biri’ ölmüştür.

‘İki’ defa çalındığında, halk içinden tanınmış, ‘eşraftan biri’ ölmüştür.

‘Üç’ defa çalındığında, ‘saray çevresi’nden, yani ‘bürokrasiden biri’ ölmüştür.

‘Dört’ defa üst üste çalındığında ise ‘kral’ ölmüştür.

Günün birinde yine bir çan sesi duyulur. İnsanlar, biri öldü sanırlar.

Peşinden hemen ikincisi... ‘Oo, ölen eşraftan biriymiş, kim acaba?’ der halk...

Peşinden üçüncü vuruş... İnsanlar iyice meraklanmış, ‘Saraydan kim öldü?’ diye...

Dördüncü çan sesi geldiğinde ise insanlar ‘kral öldü’ heyecanıyla kilisenin etrafında toplanmaya başlamışlar.

Ama o da ne! Çan beşinci defa çalmış.

Art arda ‘beş çan sesi’nin ne olduğuna meraklanan kalabalık, çan sesinin geldiği yere koşmuş.

Bakmışlar adamın biri...

‘Ne oldu? Kim öldü? Nedir bu beş çan sesi?’ diye soranlara:

‘Adalet öldü!’ demiş adam;

‘Bu ülkede adalet öldü.’

Kılıçdaroğlu şimdilik hastalanan adaleti iyileştirmeye çalışıyor; onun ölmemesi için çabalıyor! Gelecek nesillerimiz, biricik ülkemiz için uğraşıp didiniyor! Beklemediğimiz bir sesle yıkılmamamızı istiyor! Çünkü adaletsiz bir ülke bir yığın gibidir. Küçücük bir sarsıntıda dağılıverir. Biz o son sesi hiç duymayalım! Bir gün adaletin göklere çıkarıldığı bir ülkenin sabahında uyanmak dileğiyle dostlarım!