Sinemamızın yaşayan en büyük yönetmenlerinden Erden Kıral, ne yazık ki geçen pazar aramızdan ayrıldı. Bu üzücü ve beklenmedik haberle sarsıldım. Çünkü 1970’lerin sonlarından başlayarak Türk sinemasına Kanal (1978), Bereketli Topraklar Üzerinde, (1980) Hakkâride Bir Mevsim (1982), Ayna (1984) gibi nice başyapıt armağan etmiş bu büyük ustayla birkaç yıl önce tanışma şansı bulmuştum. Üstelik iletişimimiz kopmadı ve çok güzel bir projeye evrildi: Erden abiyle yaşamı ve bütün yapıtları üzerine bir nehir söyleşi gerçekleştirecektik. Bu projeyi öneren ve Erden abiyle beni tanıştıran sevgili ağabeyim Hasan Özkılıç’la birlikte.  Ki biliyorsunuzdur Erden abinin Vicdan (2008) ve Gece (2014) filmleri Hasan abinin öykülerinden ve Zahit adlı romanından uyarlanmıştır. Bir süre önce birlikte yeni bir film projeleri de vardı aslında. Ama hayatı yönlendiren yasalar bazen hayal edilenlere insanı ulaştırmıyor.

Nehir söyleşimiz için Hasan abiyle hazırlıklar yapıyorduk, araya şu salgın belası girdi. Bir süreliğine irtibatlar koptu, sonra tatsız tuzsuz geçen bir yıldan sonra hayat normale döndü, projemizi gerçekleştirmek için yeniden heyecan duyduk, hazırlıkları sürdürdük. Üstelik Erden abi bu yaz ikincisi düzenlenen Film ve Müzik Festivali için İzmir’e gelmişti. Festivalde jüri başkanı olarak görev yapacak, on gün kadar da İzmir’de kalacaktı. Bu sayede daha önce hep telefonda görüştüğüm Erden abiyle yüz yüze geldim. Filmlerine ilk gençliğinden beri hayranlık duyan tutkulu bir sinemasever olarak çok heyecanlıydım. Erden abi o dostluk dolu, içten konuşmasıyla heyecanıma ortak oldu. Yaşına göre oldukça dinç, sağlıklıydı. Yapacağımız söyleşi dizisi için notlar aldık, tarihler belirledik.  

Festival görevi nedeniyle yoğundu biraz, jüri üyeleriyle filmler izliyor, toplantılar yapıyorlardı. Bütün bunların arasında kendisinden İz Televizyonu’ndaki programıma konuk olmasını rica ettim. Onca işe ve yorgunluğa rağmen beni kırmadı. Festivalin bitimine yakın, jüri çalışmaları sonlandıktan sonra bir cumartesi sabahı Erden abiyi otelinden aldım. Yaklaşık bir saat süren keyifli bir yayın yaptık.  Salgından hemen önce hayata geçirmek istediği bir proje olduğunu ama artık sinemayı bıraktığını açıkladı. Yeniden film çekmeme kararına üzülmüştüm. Tabii o gün Erden abinin yaklaşık bir ay sonra aramızdan ayrılacağı aklıma bile gelmemişti. Sinema Gezgini de katıldığı son program olacaktı. Üstelik yeni başladığım TV programının ilk canlı yayın konuğuydu. Onun gibi çok özel bir yönetmenin ilk konuğum olması benim için gurur vesilesi oldu.



SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



Erden abiyle ağustos ayı için plan yapmıştık; Hasan abiyle birlikte onu Kaş’taki evinde ziyaret edecek ve söyleşimizi gerçekleştirecektik. Böylece sinemamızın bu büyük ismine dair önemli bir belge-kitap ortaya çıkacaktı. Kısmet olmadı. Yine de kendimi şanslı sayıyorum, böylesine değerli bir sinemacıyı tanıdığım, hatta onunla dostane sohbet etme fırsatı bulduğum için.  Hayatının her noktasında sinemanın büyük bir yeri olduğu her cümlesinden anlaşılıyordu. Ondan öğrenilecek daha çok şey vardı.

Sinema tutkunları bu büyük ustanın geride bıraktığı bir avuç muhteşem filmi keşfetmeyi sürdürecek, 70’lerde son derece aktif biçimde sürdürdüğü sinema yazıları ve dergi çalışmalarından, o incelikli anı kitabı Aynadan Yansıyan Hatıralar’ından yararlanacak elbette. Dilerim özellikle de Mubi gibi platformlar Erden Kıral filmlerinin restore edilmesini ve hem festivallerde hem de nitelikli platformlarda toplu gösteriler düzenlenmesini sağlar. Özellikle de Hakkâri’de Bir Mevsim’in mutlaka yenilenmiş bir kopyaya ihtiyacı var. Erden abi bu konuda kaliteli bir restorasyon işleminin epey maliyet gerektirdiğini, son dönemde kimi teklifler olduğunu ama tüm filmleri toplayıp yenilemek için girişimde bulunulmadığını söylemişti. Kumcu Ali Yaşar gibi (Kadir İnanır’ın de ilk filmi sayılan) kimi erken dönem filmleri ise acaba kimde ve nerede? Umarım bu yapıtlara da ulaşmak mümkün olur.

Erden abinin ardından ne söylense az kalacak elbette, ben kendi adıma hem söyleşilerimizi bitirmeyi hem de onun o güzel, derinlikli sohbetinden ayrı kalmamayı dilerdim. Sinema üretmek için elimden geleni yaptığım bu dönemde Erden Kıral gibi bir ustanın yanında olabilmek kuşkusuz paha biçilemez olurdu. Yattığın yer filmlerin gibi aydınlık ve güzel olsun büyük usta.



SİNE-KRİTİK

BU İKİYÜZLÜ ERKEK DÜZENİNDEN KAÇMAK

AV

(Türkiye, 2019, 86 dk.)

Y: Emre Akay                                                                                                                                   

O: Billur Melis Koç (Ayşe), Ahmet Rıfat Şungar (Sedat), Yağız Can Konyalı (Çetin), Yılmaz Bayraktar (Ahmet) vd.

Filmin notu: 3,5

Bir kadın erkek zulmünden, şiddetinden, baskısından nasıl kaçabilir? Özellikle de her bir yan, dört köşe eril bakışla böylesine sarılmış durumdayken. Av, işte böylesine bir fikirden yola çıkıyor ve sinemamız için oldukça ilginç bir yerde duruyor. Daha önce bizim sinemamızda bu kalibrede bir film yapıldığını görmedim. Çünkü ortada aksiyon filmlerinin yapısına uygun bir tür filmi var. Özellikle de tedirgin edici, gerilim dolu bir kaçma kovalama hikâyesi olunca bu konuyu gerçekçi biçimde aktarabilmek için epey ciddi çalışmak gerek.

Aslında aksiyona dayalı filmler sinemamızda daha önce de çekildi. Fakat bu yapımların hemen tamamı erkeğin bakışına yaslanan, onun kahramanlığını vurgulayan, ve büyük kısmı da Hollywood özentisi işlerdi. Perdede izleyeceğimiz hareketli sahnelere biz de yapabiliriz türünden bir iddiayla yaklaştıkları için yaşanan gerilimin, suç unsurlarının erkek kahramanların dünyasıyla sınırlı, inandırıcı olmayan hikâyeler ürettiğini belirtmek gerek. Bunların çoğunluğu da zaten polisleri ya da suç örgütlerini merkeze alıyordu. Av ise bu konuda önemli bir karşı duruş sergiliyor. Bir kadının kendisini kovalayan erkeklerden kaçışını ve hayatta kalmak için gerçekten zorlu bir mücadeleye girişmesini ele alıyor. Filmin başarısı, bunu yaparken özellikle de son yıllarda giderek güç kazanan kadın hareketinin kodlarını hikâyeye aktarmasında yatıyor.

Her yere sinmiş olan eril düzenin bütün bu kirli ve çirkef ortamında kadın olmak, huzurlu ve güvenli bir yaşam sürmek müthiş bir çaba istiyor. Üstelik bu filmde karşımıza çıkan olaylar gibi uçlarda değil gündelik yaşam pratiklerinin her ânında bir dışlama, nefret, sindirmeyle karşı karşıya kadınlar. Böylesine sakat bir toplumun kodlarını çözmek ve ne kadar sürerse sürsün yaşamın her alanında  değişim yaratmak için çabalamak gerek. Bu çabalar içinde ana akım sinemanın da dönüştürülmesi gerekiyor. Bu açıdan kimi eksiklerine rağmen böyle filmlerin büyük önemi var.

Av’ın ana karakteri Ayşe, başka bir adamla ilişkisi olduğunu öğrenen polis kocası Sedat tarafından yakalanıyor. Ayşe kaçmayı başarıyor ama Sedat, sevgiliyi öldürüyor. Yanına Ayşe’nin kardeşini ve haplanmış arkadaşlarından birini alan Sedat genç kadını şehir dışında dağlık arazide kovalamayı sürdürüyor. Silah ve namus kavramlarının kendini gösterdiği, erkeklik dünyasının temel motivasyonlarından biri olan  ‘av’ meselesinin de anlatımın arka planında yer aldığı bir gerilim başlıyor. Kısa süresi içinde oldukça heyecanlı akan film, ortalarda Sedat’ın ölümü sonrası biraz yavaşlasa ve sanki çatışma noktasını kaybetse de sonra anlaşılıyor ki Ayşe’ye nefretle bakan, onu yok etmek isteyen erkek yüzleri bitmeyecek. Bu kısa süre içinde film, baba otoritesini, erkek çocuk yetiştirme sevdasını, kız çocuğun erkeklerde yarattığı memnuniyetsizliği, siyasi otoritenin de üretim ve denetim aygıtlarıyla bütün bu algıyı yönettiğini küçük küçük sahnelerle seyirciye aktarıyor. Spor salonunda dövüş eğitimi alan kızların gösterildiği sahnede ‘adam gibi bağırın’ cümlesini ve ayakkabı kutusundaki paraları da unutmamak gerek. Bu tip incelikli politik yerleştirmelerin yanında Ayşe’nin bitimsiz kaçışı kendini ancak doğada bulan ve finalde bir yaban domuzunun vahşiliğiyle özdeşleşen bir konuma yerleşiyor. Billur Melis Koç’un bu role çok iyi oturduğunu da belirtmeden geçmeyeyim. Film bir yönüyle böylesine bir kaçış ve kurtuluş için erkekler gibi davranmak gerektiğini belirtse de finalde bu konuda daha esnek bir tavra geçiyor.  2019 yapımı film salgından sonra kısa süre gösterimde kalmıştı ama sinemada çok izlenmedi. Temmuz başında Netflix kütüphanesinde yerini aldı. Fırsat düşürüp izleyin derim.