Bazen tüm gariplikler yakınlarımızda oluyormuş gibi geliyor, bazen tüm dünyaya yayılmış bir salgın durumu var sanki.

Ülkede gündem hızlı ve değişken… Dünya da yerinde saymıyor; bir gezegende birçok farklı zaman, birçok farklı tutum.

Paralel evrenleri uzay boşluğunda aramaya gerek yok, tam ortamızda duruyor o boşluk.

Elazığ’da deprem oluyor, yardım konvoyları, arama kurtarma ekipleri, evlerini açanlar, gönüllü desteğe gidenler falan derken insan bir umutlanıyor, insanlık kazanmakta, eni sonu insanca olacak bir yaşam kazanacak derken, suratına bir haber çarpıveriyor: Elazığ’da ev kiraları iki kat arttı.

Bu nasıl bir fırsatçılıktır bile diyemeden kalakalıyor insan, umutlarını bir başka ana bırakırken.

Gündemden gündeme savruluyorsun, dünya genelini etkileyen, ciddi önlemlerin alındığı bir virüs salgınıyla karşılaşıyorsun, bir bakıyorsun Çinliler ırkçı saldırılara uğruyor, Koreliler ve Japonlar da nasibini alıyor, dünya insanı virüsle kavga ederek mücadele ediyor, diğer taraftan virüsten koruyucu özellikli ve üretimi Çin’de yapılan maske fiyatları üç katına fırlıyor.

Çelişkiden nereye bakacağını şaşırıyor insan.

İnsan kendini nasıl bu kadar ölümsüz sanabilir derken ömürden bir gün daha geçiyor.

Bir grup insan her nasılsa her felaketten, her endişeden, her kötü durumdan bir fırsat yaratıyor.

Bir grup insansa, her felaketin sonunda insanlığa dair bir umut arıyor.

Bir grup insan, parasına para katmak için yoksunluğun, yoksulluğun, felaketin kapısını aralıyor,

Bir grup insan, ders alıyor, özgürlük arıyor.

Bir grup insan ölüm ticareti yapıyor.

Bir grupsa yaşam oluyor.

Büyük bir savaş var bu iki grup arasında.

Yüzyıllardır süren bir savaş.

İnsan fırsatçılığı, acımasızlığı, vicdansızlığı ile insanlık arasındaki bir savaş.

Ve maalesef kazananı sessiz çoğunluk belirleyecek gibi.

Çok anlatılan bir Kızılderili öyküsünde olduğunda gibi, bir Kızılderili bir şehrin gürültüsü içinde kolaylıkla bir cırcırböceğinin sesini duyabilir, şehirdeki insanlar ise Kızılderili’nin yerde yuvarladığı madeni paranın sesini.

Bu insanın insana savaşına, metanın insanlığa karşı savaşına; “İnsan soyunun ahlaki kusuru ne bugüne özgüdür ne de düne, tarihseldir, çok eski zamanlardan gelmektedir, şu an birbirimizle dayanışma içinde görünüyoruz, fakat yarın birbirimizi yemeye başlarız ve sonra açık savaş evresine geçilir, anlaşmazlık, çatışma olur” şeklinde değinmektedir ‘Görmek’ isimli kitabında Jose Saramago.

Zweig ise ‘Amok Koşucusu’ kitabında “Bu alınyazısı kendisine mi özgüydü? Binlerce insanın aynı yazgıyı paylaştığını, başından geçenlerin her gün rastlanan bir trajedi olduğunu biliyor, ama kimsenin bunu böyle sert yaşamadığını düşünüyordu. Bir bezgin? Dünyada kaç tane böyle insan vardı ki!” şeklinde yazmaktadır savaşın ve çaresizliğin bireyselliğini.

Hawking ise farklı bir bakış açısı ortaya koyar: “Zira bizler yalnızca genlerimizden ibaret değiliz. Mağara adamı olan atalarımızdan daha güçlü ya da özünde onlardan daha akıllı olmayabiliriz. Ancak bizleri onlardan ayıran bir şey vardır ki o da son 10.000 yılda ve özellikle de geçtiğimiz 300 yılda bir araya getirdiğimiz bilgidir.

Hasan Hüseyin ise insanın kendi savaşını anlatmış;

Güzel dostum

Bu ne beter çizgidir bu

Bu ne çıldırtan denge

Yaprak döker bir yanımız

Bir yanımız bahar bahçe

 Kırmızı Kedi Yayınları, Çeviri; ışık Ergüden

 Amok Koşucusu, Stefan Zweig, İş Bankası Kültür Yayınları, Çeviri: Nafer Ermiş

Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Stephen Hawking, Alfa Yayıncılık

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Öyle Bir Yerdeyim ki