Tarih 10 Ekim 2015’i gösteriyordu. Sabah saatlerinde Ankara’dan gelen bir haber ülkeyi yasa boğmuştu. Suruç’un acısı henüz taze iken Ankara’da Barış Mitingi için toplanan insanlar karanlık ve hain bir bombanın kurbanı olmuşlardı. O güne dair nice acılı fotoğraf karesi kaldı hafızamızda… Evladını kaybeden anne-babaların feryadı, sevdiğini kaybeden gencin gözyaşları, barış için yola düşen gençlerin otobüste çekilmiş son hatıraları… Yüzlerindeki aydınlık gülümseyiş ve umut kaldı geriye…

Bu acı güne dair benim hafızamdan hiç silinmeyecek bir anı daha vardı. Katliamdan 3 gün sonraydı… Konya’da oynanan Türkiye-İzlanda maçında milli takım futbolcuları, Ankara Garı’nda kaybettiğimiz 102 vatandaşımız için saygı duruşuna geçerken bir anda tribünlerden tekbir sesleri ve ıslıklar yükselmeye başladı. İzlerken kan donduran bu anlarda seyirciler, katliamı gerçekleştiren radikal dinci terör örgütü IŞİD’e adeta destek veriyordu. Bu olabilir miydi?

O anda aklımdan geçen sorular ve utanç duygusu birbirine karıştı. İnsanlığımızı ne zaman yitirmiştik? Bu topraklarda birlikte, barış içinde yaşama arzumuzu ne zaman kaybetmiştik? Ortadoğu’nun kanlı etnikçi ve mezhepçi hesaplaşmalarının ne zaman bir parçası olmuştuk? Hoşgörü ve kardeşliğin beşiği Anadolu, ne zaman bu kadar tahammülsüzlüğe boğulmuştu?

Anlaşılan oydu ki “kindar” bir neslin tohumları, öfkeyle sulanıp büyüdükçe nefret olarak açılıyordu. Çok değil 5-10 yıl öncesine kadar en cesur protestoların yükseldiği tribünlerden radikal dinci terör örgütüne destek yükseliyordu. Aslında bu yaşananlar bir sonuçtu. Yıllardır süregelen Ortadoğu politikalarının hazin bir sonucu… Ülkeyi kutuplaştıran, ayrıştıran politikaların hazin bir sonucu… Ülkenin gençliğini, bir paçasından etnikçi, bir paçasından radikal dinci terör örgütlerinin çekiştirdiği hazin bir coğrafyanın sonucu… İtiraz edenin, protesto edenin ıslıklarla engellendiği karanlık bir iklimin hazin sonucu…

Özellikle 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra adeta bir düğmeye basılmış gibi ardı ardına gerçekleşen terör saldırıları ülkede ne huzur bıraktı, ne güven ortamı… Terör eylemlerini kınarken bile saflara ayrılan bir Türkiye’de huzur bulmayı beklemek imkansızı istemek olurdu.

Gerçekleri görmemiz lazım. Ülkemiz çok çetin bir sınavdan, bir süreçten geçiyor. Bu sürecin en az hasarla atlatılması için koşulsuz her türlü terör eylemine karşı birlik olmamız ve kaybettiğimiz hoşgörü iklimini yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Ankara Katliamı’nda kaybettiğimiz, gözündeki yaşama sevinci söndürülen gençlere borcumuz var. Daha fazla kutuplaşmadan, Ortadoğu siyasetine gömülmeden, demokrasiyi yeşertmeye ihtiyacımız var.

Siyaset normalleşmeli. Meclis bir an evvel açılarak, parlamenter sistem işletilmeli. Komisyonlar çalışmalı. Her türlü darbe ve terör eylemlerine karşı meclisteki dört parti uzlaşı içinde çalışmalı. Toplumu ayrıştıran, ötekileştiren siyasal dile son verilmeli. Demokrasi yaşamalı. Özgürlükler korunmalı. Ortadoğu’nun etnikçi-mezhepçi politikalarından arınmalı. Görmeliyiz artık; Birlikte yaşayacağımız başka bir Türkiye yok!

Usta Nazım Hikmet’in dediği gibi; Bu memleket bizim!