Ormanlarımız yanıyor. Derelerimiz taşıyor. Doğal yaşam alanlarımız katlediliyor. Korona salgını durdurulamıyor. İnsanlar, hayvanlar, ağaçlar, bitkiler, böcekler ölüyor. Depremlerde canlarımızı kaybediyoruz. Çocuklarımız istismara uğruyor. Kadınlarımız şiddete maruz kalıp katlediliyor. Geniş halk kitleleri eğitime ulaşamıyor, ulaşabilenlerin aldığı eğitim onları geleceğe hazırlayacak nitelikten yoksun. Yolsuzluk haberinin gelmediği alan kalmadı. Yoksulun daha yoksul zengin daha zengin olduğu yere batasıca bir düzenin içinde boğuluyoruz. Zor zamanlarda yanımızda görmek, güvenmek istediğimiz yöneticilerimiz gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor. Kurumlarımız yağmalanmış, içleri boşaltılmış durumda.

Elbette yangınların da sellerin de salgın hastalığın da küresel nedenleri var. Fakat iklim krizi bir günde gelmedi. Bunların olacağını söyleyen, haykıran insanları yok saydık. Felaketlere hazırlanmak, doğamızı korumak yerine bitmeyen bir para kazanma hırsıyla her yeri talan ettik. Kalkınmayı, kâr etmeyi kutsal hale getiren politikaların esiri olduk. Kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, bencil, ‘işini bilen’, aykırı her sesi bastıran insanları yönetici olarak seçtik. Çünkü kendi çıkarlarımız söz konusu olduğunda biz de onlar gibi davrandık.

Son yaşanan acı örneklerden sadece biri bile bu durumu ortaya koymaya yeter. Kastamonu, Bozkurt ilçesinden geçen Ezine çayı taştı. Taştı demek doğru mu bilmem. Dr. Ramazan Demirtaş’ın tespitine göre; Ezine çayının içinden geçtiği, geçerken taşıdığı malzemelerin birikmesiyle oluşan taşkın ovasının yatak genişliği 400 metreyken bu yatak 15 metreye düşürülmüş ve etrafına binalar yapılmış. 400 metrelik bir yatak genişliğinde akması gereken dere 15 metreye sıkıştırılınca su kendisine yeni yollar buldu ve etrafındaki binaların içinden geçip denize ulaştı. Binalar yıkıldı, insanlarımız hayatlarını kaybetti.

O halde hepimiz suçluyuz. Yeterince ses çıkarmadığımız için suçluyuz. Bize dokunmayan yılanların bin yaşamasını istediğimiz için suçluyuz. Kendi çıkarımız söz konusu olduğunda benzer şeyleri yaptığımız için suçluyuz. Bir araya gelip karşı durmadığımız için suçluyuz. Bir araya gelip karşı durmaya çalışan insanlara destek vermediğimiz ve hatta onları suçladığımız için suçluyuz.

Yaşadığımız cehennemi elbirliğiyle yarattık. Mademki bu cehennemi birlikte yarattık bunu düzeltmek için de birlikte hareket etmeliyiz. Yaşadığımız dünyaya sahip çıkmanın aslında kendi yaşamlarımıza sahip çıkmak olduğunun bilincine vararak, bunun aksine davranan herkese karşı çıkmalıyız. Dünyamızı talan eden herkese bunu yapamayacaklarını söyleyerek ve en önemlisi aramızdaki her türlü farklılığı bir kenara bırakarak dünyamızın ve kendimizin yaşamı için bir araya gelmeliyiz. Çünkü yanan her orman, taşan her dere, maden ocağı açmak için kesilen her ağaç, ölen veya yuvasından edilen her insan ve hayvan bizim. Çünkü “ve ipek bir halıya benzeyen toprak/ bu cehennem, bu cennet bizim”.

Öyle olduğu içindir ki cehennemi cennete dönüştürmek, ülkeye sahip çıkmak, daha iyi bir hayatı birlikte kurmak görevi de bizim. Tablo ne kadar kötü olursa olsun, bunu başaracak gücümüz var. Yeter ki isteyelim, inanalım ve bir araya gelmeyi başarabilelim.