Sevgili dostlarım yazılarımı bundan sonra İzmir’in yeni sesi soluğu olacağına inandığım İz Gazete’de sürdürme kararı aldım. Neden İz Gazete derseniz birçok nedeni var her şeyden önce size ulaşmanın en kolay yolu ve en önemlisi enerjilerine inandırdıkları için… Çevreye, insana, emeğe saygılı objektif habercilik yapacaklarına yönelik etkileşimde bulundukları için… Bundan sonra ben de İz Gazete’de sizlerle birlikte olacağım.

İz Gazete’deki ilkyazımı daha önce ki eleştirileri de dikkate alarak “Suya Sabuna Dokunmadan” yazmaya çalışacağım.

Politik yazılarım nedeniyle değişik kereler bazı okurlardan eleştiriler aldığımı baştan belirteyim. Yazılarımı okuyan, kimi dostlarım eleştiri ve önermeleri ile beni cesaretlendirirken, kimi de çok siyasi “şeyler” yazdığımı söyleyerek burun kıvırmaktalar… Tüm eleştiri ve önerileri dikkatlice dün olduğu gibi bundan sonra da değerlendirmeye çaba sarf edeceğim.

Başta ülkemiz olmak üzere Ortadoğu ve Suriye’de yaşananlar düşünüldüğünde işim zor, hem de çok zor olacak! Son beş ayda sadece ülkenin başkentindeki üç canlı bomba patlamasında 164 yurttaş yaşamını yitirirken, gazetecilerin, akademisyenlerin, hukukçuların baskı altına alınmaya çalışılırken, her gün gencecik hayatlar birer birer yitip giderken, ben de çok siyasi-politik yazıyorum değil mi?

Bugün, bu köşede ilkyazımda sevgiyi ve aşkı yazacağım. Ama Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiirini hatırlatarak, “sen aşk şiiri yazamasın hasan hüseyin/ çünkü aşk kavganın içindedir/çünkü sen içindesin kavganın”…

***

İnci avcılığı ile ilgili tarihi ilk kayıtlar,  Irak-Mezopotamya’da yapılan kazılarda bulunan kil tabletlere dayanmaktadır. Uruk Kralı Gılgamış’ın, o zamanlar Utu- nisihtim veya Dilmun olarak bilinen Bahreyn’de denizde yetişen “Olumsuzluk Çiçeği” ni yani inci aramak için gerçekleştirdiği yolculuğu, şiirsel dille anlatmasıyla başladı. İlk yazılı inci avcılığı, bugüne kadar uzanan yolculuğunda başlangıcı oldu. Bu sadece inci avcılığının değil aynı zamanda ilk dalışın ve dalgıçlığında yazılı kaydı sayıldı.

Tarihi tabletlerin üzerindeki tozları onu yıpratmadan, bir üfleme ile aldıktan sonra gün ışığına çıkan satırlarını okuyup, tabletleri ait olduğu yere bırakalım. Olumsuzluk Çiçeği’ni bulan Uruk Kralı Gılgamış, günün yorgunluğu ile uyuyup kaldı. Bunu fırsat bilen yılan inciyi yutarak, Gılgamış’ın hayallerini denizin derinliklerine değil ama bir yılanın midesine indirdi.

Nice aşk da böyle değil midir? Aşk bulunduğu zaman yitip gitmez mi? Kafanızı sağa sola salladığınızı görür gibiyim; hayır diyorsunuz. Aşk elde kandille aranmaz diyorsunuz. Haklısınız, aşk birdenbire karşınıza çıkar. Zamanla âşık olunur mu diyorsunuz? Evet. Emek sevgiyi,  sevgi aşkı üretir.

***

Türk sinemasının bence en önemli başyapıtlarından biri Selvi Boylum, Al Yazmalım filmidir. Cengiz Aytmatov’un senaryosunu yazdığı, filmin başrollerini Türkan Şoray ve Kadir İnanır ve Ahmet Mekin paylaştı. Aytmatov, o filmde sevgiyi ne kadar güzel anlatmıştı.  Sevgiyi emek ile bütünleştirerek… Sevginin temelinde yatan unsurun emek olduğunu, güzelliğin tek başına yetmeyeceğini zamanla kaybolup gideceğini fakat emeğin aşkı canlı tutacağını ve sevgiyi büyüteceğini bizlere film kareleri ile öğretmişti. Cemşit’i küçük oyuncu Samet’i, Asya’yı ve İlyas’ı filmin son karesinde bırakarak yazımıza devam edelim.

***

Yıllar önce Cumhuriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında bir fotoğraf dikkatimi çekmişti. O fotoğrafı, gazetenin arşivinden sizin için çıkardım; gelin beraberce tekrar inceleyelim. Bir geminin güvertesinden, vinç yardımı ile denizin dibinden çıkarılan büyük bir amphora gün yüzüne yavaş yavaş çıkarılmaktadır. Gün ışığının gizemli eli, amphora ile çok büyük bir olasılıkla onu gün yüzüne çıkartan arkeologun üzerinde oyunlar oynamaktadır. Onu denizin dibinden kurtarmanın mutluluğu ışık oyunlarına yansıyordu. Emek ile yoğrulmuş meslek aşkı gazete sayfasına böylece yansımış oluyordu.

Aşkı ve sevgiyi iki karşı cinsin ilişkisi olarak değerlendirilmek, hem aşkı hem de sevgiyi sınırlar içine hapsetmek olur. Sevgide aşkta sınırı belirleyen tek şey emektir. Seni çok seviyorum demek yetmez. Sana aşığım demek hiç yetmez. Mesleğine âşık olan biri ne yapar kendini mesleki alanda devamlı geliştirmeye çalışır yaptığı işe saygı duyar.

Gelin sizi daha fazla yormadan yazımızı yavaş yavaş noktalayayım. Öznesinde insan olmayan, öznesinde emek ve sevgi olmayan tüm aşklar tükenir… Eskil bir fotoğraf ya da eski kabuk bağlamış bir yara izine dönüşür. Emek ile yoğrulmayan hamur bile maya tutmaz ki aşk ve sevgi tutsun… Denizin dibine dalıp inci çıkartan Kral Gılgamış’a dönelim. Denizin dibinden nasıl bir inci çıkartacağını bilmiyordu. Çünkü istiridyenin içinden çıkacak olan incinin ne şeklini ne boyutunu ne de rengini biliyordu. Ama büyük bir olasılıkla onu sevdiğine verecekti. Ve o inciyi çıkartmak için emeğini hatta hayatını ortaya koymuştu. Aynı amphorayı yüzyıllardır bulunduğu yerden çıkaran arkeolog gibi…

Portesinin üzerine sevgi ile notalarını yerleştiren emeği ile müzik aşkını büyüten Fazıl Say gibi, Haber Verme hakkını hayatı pahasına kullanıp yıllardır cezaevlerinde olan gazeteciler-yazarlar gibi, pardon çok siyasi “şeyler” yazmayacaktım değil mi? Ah Hasan Hüseyin ah…

Sevgiyle, aşkla ama mutlaka emekle kalın…