5 Eylül çok zor bir gündü benim için. O hafta sonu omuzlarımda, kalbimde, ruhumda sevgili yoldaşım Boysan’ın ağırlığı vardı. Onu feci bir trafik kazasında kaybettiğimizin üzerine 5 yıl geçmişti bile. Hayatımda tanıdığım en ışıltılı insanı birden bire kaybettiğimi bir gece yarısı gelen o telefonla öğrenmiştim. Ardı ardına kurulan telefon zincirleri, kesik kesik konuşmalar, hıçkırıklara boğulmaların ardından atlatmaya çalıştığım şok tarifi mümkünsüz. Onu ilk tanıdığım günün üzerine neredeyse 20 yıl geçmiş. Gezi’de bir çadırda sabahın 6’sında yağan büyük bir yağmurun ardından 7 yıl, birlikte siyasete girmemizin ardından 6 yıl, onu kaybetmenin üzerinden 5 yıl geçmiş. Hala kocaman ve büyük kahkahalarıyla rüyalarımda ve anılarımda. İstanbul’da olduğum zamanlarda sık sık gidip toprağıyla bile söyleştiğim biri benim için. O soğuk mermer taşını bile özleyecek kadar büyük bir yeri varken içimde, varlığının hayatımda kaplamış olduğu alanı anlatmam imkânsız. Işıklarla yoldaş şimdi o ışıltılı Boysan.

***

Tam bugün günlerden Boysan derken, kulaklığımda çalan Ceylan Ertem-Mabel Matiz şarkısıyla yola revan oldum. Foça’ya gidip biraz deniz kenarında yürümenin iyi geleceğini umuyordum. Akşamında da belki bir kadeh kaldırıp selam çakardım Ege’den yıldızlara. Ve fakat yolda Erbil Abi’nin acı haberini aldım. Erbil Tuşalp yoğun bakımda yenilmişti hastalığa. 12 Eylül’ün tüm karanlığında gerçeğin peşinde koşan bir gazeteciydi. Ankara’daki öğrencilik yıllarımda devrimci gelenekten bir başka abi tanıştırmıştı Mülkiyeliler’de ilk kez. Yaşar Gündoğdu’nun yeğeni olduğumu duyunca gözlerinin buğulanışı dün gibi aklımda. Tıpkı diğer işkencede kaybettiklerimiz gibi dayımın acısını da yüreğinde yaşamıştı. Gözlerinde gördüm o acıyı. Bizimle birlikte mahkemelerde, emniyette dayımı işkenceyle katledenlerden tek tek hesap sormuş bir devrimciydi. Onca hukuki çaba sonuç verdi ve yargılandı elleri kanlı katiller ve Yaşar Gündoğdu, Uluslararası Af Örgütü verilerine göre Türkiye’de işkence ile öldürüldüğü kanıtlanmış ikinci insan oldu. Maalesef.

***

Boysan da Erbil Abi de devrimciydi, hak savunucusuydu. Evrensel insan haklarına inanırdı. Onurlu bir yaşam sürdüler. Aniden ve arkada yüzlerce binlerce insanı büyük üzüntülere boğup gitti ikisi de. 5 Eylül’de. Boysan 5 yıl önce, Erbil Abi bu cumartesi. Ve Foça’da ikisinin de büyük ağrısı kalbimde oturdum kaldım deniz kıyısında bir yere. Gün batsın istiyordum sadece o anda. Gün kararsın ve gözlerimdeki hüzün görünmesin istiyordum. Ve o sırada…

Cep telefonuma çok sevdiğim, aramızda kan bağı olmayan bir akrabam saydığım Yasin’den bir fotoğraf aldım. Kızı Leylim doğmuştu meğerse. İlk fotoğrafını da bana atmış. Kucağında kızına sevgi dolu bakan bir baba ile küçük bir kız çocuğu resmi vardı ellerimde. O saate kadar yutkunarak kendimi tutuyordum. Ama o an bir zehir gibi aktı gözyaşlarım. İçimdeki zehir aktı ve yüreğimin taşlığını yıkayıp karışıverdi Foça’dan Ege’nin sularına.

Hayat biraz böyle bir döngü sanırım. Bunu anlamak için birazcık yaş almak yetiyor sanırım. Leylim’e Boysan’ınki kadar coşkulu, ışıltılı, inatçı bir hayat ve Erbil Abi’nin kadar onurlu, dik duruşlu, tavizsiz bir duruş diliyorum. Vicdanlı bir çocuk olarak büyümesi için hep dua edeceğim.

***

Müsadenizle serbest çağrışımla o an kafamda dönüp duran Ahmed Arif dizeleriyle bitireyim bu haftayı…

Seni, anlatabilmek seni.

İyi çocuklara, kahramanlara.

Seni anlatabilmek seni,

Namussuza, halden bilmeze,

Kahpe yalana.

Ard-arda kaç zemheri,

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...

Bir ben uyumadım,

Kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim.