Merhaba Muzaffer Abi,

Hemen konuya gireceğim, bağışla!

Kötülük sen gideli daha bir kol gezer oldu memlekette. Neredeyse, zamanında gitmişsin diyeceğim. Yok, abartmıyorum.

Kazdağları, dünyanın cennet köşelerinden biri, ne zamandır için için ağlıyor. Kolay mı, 195 bin (o da bizim bildiğimiz, fazlası var eksiği yok) ağacına kıydılar. İnsanımız ne zamandır, “Su ve Vicdan Nöbeti” tutuyor kadim dağın, İda’nın Kirazlı’sında. Avukatların “Hukuk ve Adalet Nöbeti” gibi...

İzmir’in bağrında beş yüz hektarlık (yedi yüz futbol sahasından büyük) alanı yaktılar. Evet, senin ilçenden, Karabağlar’ın Tırazlı’sından başlayıp Urla-Cumaovası-Seferihisar tepelerini dolaştı alevler. Onlarca kişi evsiz, binlerce canlı -çoğu yandı, kalanlar da- yuvasız kaldı...

Galatasaray Lisesinin önü hâlâ yasak Cumartesi Annelerine...

Amasya’nın Suluova ilçesinde, 220 madenci, yerin iki bin metre altında, çalışma koşulları iyileştirilmediği için ne zamandır açlık grevindeler. Altı madenci, durumları kötüleşince hastaneye kaldırıldı.

Federasyonlar, konfederasyonlar işçileri, emekçileri “satma” yarışındalar.

Kadınların arada saldırıya uğradığı günler geride kaldı, artık her gün birer ikişer öldürülüyorlar. Emine Bulut’un öldürülmesi bardağı taşırdı ama... Aması şu ki rastlantıyla cinayet mahallinde bulunanlar video-fotoğraf çekmekle yetindiler.

Ekonomi mi?

Tıkırında be Muzaffer Abi!

Geçen gün semt pazarlarından birinde çalındı kulağıma, “Hırsızlık malı bunlaaaaar!” diye bağırıyordu tezgâhtar. Tam senlik hikâye! Bunlara tanık olunca da erkendi gidişin be Muzaffer Abi, diyesim geliyor.

Hiç iyi bir şey yok mu oğlum, çığlığını çoktan duydum Muzaffer Abi. Olmaz mı?

Senin torunlardan başlayalım:

Senin kitaplarını da koltuğunda gezdiren kızlardan biri bir resim yapmış. Soruyor öğretmen:

“Çocuğum, iyi hoş da baba’nın neden ağzı, elleri yok?”

“Çocuklarına bağırıp küfretmesin, karısını öldürmeye kalkmasın diye!”

Teyzesi çıkışıyor senin torunlardan bir başkasına:

“Hep yaramazlık, hep yaramazlık! Artık kahvaltıda çayı sen yap!”

Yanıtı senin dilinden:

“Ama ben çay yapmayı bilmiyorum ki!”

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinden kararlı ve dirençli sağlık çalışanı arkadaşlarımızın “Özgür üniversite, özgür birey, özgür toplum” şiarıyla hayatın her alanına duyarlı “Alakarga”ları altı yıldır (1937. sayısı dün yayımlandı) her gün çıkıyor.

Bir güzel haber de barolardan geldi: Yüz bini aşkın avukatı temsil eden 41 baro “adli yıl açılışı” için saraya gitmeyeceklerini açıkladı.

Barolar Birliği Başkanı mı? Nerede bıraktıysan orada duruyor.

Ah be Muzaffer Abi,

Anısı güzellere karışmak için de ne güzel bir günü (26 Ağustos) seçmiştin!

Bir zamanlar salya-sümük bir efendi, çocuklarımızın güzelim 23 Nisan bayramını “kutlu doğum” diye bir uyduruk işle örtmeye yeltenmişti ya kimileri de şimdilerde senin 26 Ağustosunu gölgelemeye hevesleniyor. Ama bunlarınki de boş çıkacak. Bak bizim çocuklar güzel bir iş eyleyip kentimizin yenisi İz gazetenin doğum günü yaptılar senin/ hepimizin 26 Ağustosunu.

Bizi sorarsan...

Sorma Muzaffer Abi! Bildiğin gibiyiz; iyiyiz ve dimdik ayaktayız. Umutsuzluk yakışır mı bize?

Yok yok, yanıtlama mektubumu... Ben yine yazarım sana!