Köşe yazısında ikinci haftam. Acemiliğin verdiği heyecanla kafamın içi kadın çantası gibi. Her şey var ama aradığım hiçbir şeyi tek seferde bulamıyorum tıpkı beynimin içindeki kelimeler gibi.

Önce bir telaş…

Ne yazsam? Ne seçsem?

Sonra aklıma gelen birden fazla seçenek ve kararsızlık…

İstemsiz uçuşan kelimeler, cümleler ve aman şunu unutmayayım diye alınan küçük notlar. Notları birleştirmek istedim, alakalı tek bir paragraf yok, yazı bütünlüğü hak getire…

Ama nedendir bilinmez hepsinin tek bir ortak noktası var ‘’KADIN!’’

Bilinçaltı mıdır, ülkemin bana verdiği malzeme bolluğundan mıdır, bilemem ama ele almak istediğim her konunun içinde kadın vardı.

Kadın bir sanatçının konser iptali (prim vermemek adına iptalin çirkin nedenini yazmayacağım), şort giymesi sebebiyle oturduğu kafeden bir kadının çıkartılması ve çok değerli 12 kadın yazarın İzmir’de bir araya geldiği ‘İçimdeki Kırk Kadın’ kitabının imza günü.

Selda KARTAL’ın derlemesiyle 43 kadın yazarın, hepimizin adına haykıran öykülerinden oluşan, bir kadın kadar üretken ve güzel olan bu kitapla buluşmam.

Bu yazıda, her zaman konuştuğumuz ve zaten konuşmamız gereken, hatta konuşmakla yetinmeyip eyleme dökmemiz gereken kadın şiddeti, kadın hakları, malum kitlenin kadına nasıl baktığından söz etmeyeceğim. Onlar maalesef gayet çıplak önümüzde duruyor. Önümüzde durmayan ama etkileri içimize öküz gibi oturup nefes aldırmayan kadın ve erkeklerden konuşalım. Ve tabi ki genelleme yapmadan, herkesi aynı teraziye koymadan, istisna denmeyecek kadar çok olan ama istisna olan hareketlerden davranışlardan karakterlerden konuşalım.

Kadın hakları deyince en çok sesi çıkan erkeklerin kendi özelinde etrafındaki kadınlara gerçekten hak ettikleri gibi davranıp davranmadıklarını konuşalım.

‘Her kadın değerlidir, özeldir’ diye konuşan kadınların kendi egoları devreye girdiği an nasıl ön yargılı, nasıl kötücül olduklarını konuşalım. Bu gibi kadınların, mahalle dedikodusu kavramını, modern saçları kıyafetleri eğitimli kariyerleriyle nasıl elitleştirdiklerini konuşalım.

Bir insanı tanıma sabrı göstermeden bir gülüş, bir bakış, bir hareketiyle, bir susuşuyla insan sarrafı olduğumuzu birbirimize empoze ettiğimizi konuşalım.

Hepimiz birileri tarafından kategorize edilmiş kadınlarız. Bir adımız, kişiliğimiz, duygumuz, duruşumuz olmasının hiçbir önemi yok. Bizi tanımadan sevmeyen, ön yargılı olduğundan değil insan sarrafı olduğunu empoze edenler için ‘o-bu-şu’yuz cümlelerin içinde. Bayan değil kadın kelimesini öğretmek için uğraşırken o kelimelerin içini nasıl boşalttığımızı atlayan insanlarız. Bizler o-bu-şu olurken bizim için kurulan kelimelerle bize ait olmayan karakterler yerleştirilmiş bireyleriz.

Çünkü, tanımak zor, zaman ister emek ister. Cep telefonundan stalk yaparak değil gözlerinin içine bakarak iletişim kurmak ister. Bunların hepsi zaman demek. Ve zaman yok, zaman değerli, zamanı bir insanı tanımaya harcamamak gerek. Bir kıyafet, bir gülüş, bir bakış, bir susuş, bir story yeter bir insanı tanıyıp yargılamaya. Çünkü kolay, basit, zaman almaz ve bizi bilge yapar çünkü biz insan sarrafıyız.

‘Kadına şiddete, tacize, tecavüze hayır!’ ama kadının kadına yaptığı şiddete tacize, tecavüze de hayır! Bu sloganı bir kadın kadar bağıran erkeklerin kendi etrafındaki kadınlara şiddetine tacizine tecavüzüne de hayır!

Ülkemizde feminist duruş elbet desteklenmeli, demokratik ideolojik bir duruşu olan erkeklerin illa ki kadınlardan daha yüksek sesleri çıkmalı ama herkesten ve her şeyden önce kendimize dürüst olup konuştuğumuz gibi yaşamalıyız. Kadın- erkek kendi beynimizin devrimini yapabilelim ki yarınların gerçekten özgürleşen kadınları olalım.