İnanmanın derin çaresizliği üzerine konuşmak istiyorum. Aslında biraz kendimle dertleşmek de diyebiliriz buna, bizi en iyi anlayacak olanın kendimiz olduğunu bildiğimizden mütevellit sanırım insan sadece kendiyle dertleşebilir yaşadığı evrende. Kimsesizlik hissi de yaratabilir bu, derin bir bencilliği de tetikleyebilir ama en az bir anlayanın olduğunu bilmek iyi hissettirir. Kendinden çıkıp başkası olamaz insan, empati ancak yaklaştırır fakat içine sokmaz seni. İnanmak da böylece dışarıda kalır. Bu şartlarda inanmaz ancak inanmaya yaklaşır bu kendinden gayrısını bilmeyen insan. Bir bilememek hasıl olur o andan itibaren ki tek amaçsa bu, kulu kölesi olur bu kimsesiz fani bilmek güdüsünün.

İşte çaresizlik kendini bu noktada açığa çıkarmaya başlar. Gözleri bilmenin hırsından kör olmuş bu cabbar kendini ateşlere atmaya hazır bir şövalye sanmaya başlar kendini. Ne pahasına olursa olsun bilecek ve bu gayya kuyusundan muzaffer bir komutan olarak çıkacaktır. Feda edebileceklerinden çoktan vazgeçmiş yeni feda edilecekler peşine düşmüştür. Artık bilgiye aç bir canavara dönüşür ağzından saçtığı köpükleri haklı bir gururla siler ve yüce amacını gerçekleştirmek için barbarlık ehlinin eline geçer. O andan itibaren o asil ve cesur şövalyenin yerinde yeller esmekte bilmenin derin sırrına çok yakın ama asla onun olamayacak kadar da uzaktadır.

Rol de böyle bir şeydir kanımca özellikle arayış süreçlerinde. Kim olduğunu bulmak ve bulduğun kişiye inanmak mecburiyetinde bir arayış. Mesele "evreka" dan ziyade hamamın yoluna doğru adım atmaktır. En doğru yerde karşılaşır mutlak surette rol kişisiyle oyuncu. O doğru yeri bulmak içinde elinden tutup gezdirmek gerek. Yine de bulmak ve bulduğuna inanmak zorunda mıdır oyuncu? Yoksa yaşamda olduğu gibi rol kişisi de asla kendine ulaşamayacak ve inancı asla tamamlanamayacak şekilde devinip durur mu? Yaşamdan ayrı tutulabilir mi sahne? Eğer cevabınız hayır ise hazırlayın bavullarınızı, elinden tutun rolünüzü ve yola düşün. İnanmanın derin çaresizliğini tatmıyorsa rolünüz yaşamıyor demektir. Bırakın o da nefes alsın...