Başlığı okuyunca “Genellikle bisiklet ve bisikletli ulaşım yazıyordun yoksa yerel seçim arifesinde sen de siyaset rüzgarlarına yelken mi açtın?” diye düşünenler olacaktır.

Acaba öyle mi? Hep birlikte bakalım.

Gündelik konuşmalarımızda tepeden inme birtakım uygulamalar ya da dayatmalara söz geldiğinde, bunun koşulsuz kabulünden rahatsızlık hissederken, toplumun demokrasiyi hazmetmemiş olmasından, bu tür uygulamaların bir dayatma olduğundan ya da demokrasinin bu toplumda yeterince kök salmadığından dem vururuz. Bireylerin demokrasiyi özümseyemediği çeşitli örnekler ile dillendirilir çoğu kez bu noktada. Fakat demokratik anlayışın nasıl yerleşeceği konusunda net değildir çoğu kez kimse. Birçok fikir ve uygulama örneği verilir batı toplumlarından.

Oysa elimizde birkaç enstrüman var. Sadece biraz bakış açımızı değiştirip derinlemesine yaklaşmak yeterli diye düşünüyorum.

Sorunun cevabı aslında burnumuzun dibinde desek yanlış olmaz. Çünkü bir toplumda demokrasinin merkezlerinden birisi toplu ulaşım araçlarıdır. Nasıl yani diyebilirsiniz? Bir otobüs, bir metro vagonu, bir tramvay nasıl demokrasinin merkezi olabilir? Gelin birlikte anlatmaya çalışalım.

En basit anlatımla gidelim. Düşünün herkes ile ama toplum her kesiminden, her gelir seviyesinden, her etnik kökenlisinden insanlarla bir yere eşit katılımda bulunuyorsunuz ve eşit şartlarda fayda sağlıyorsunuz. Bunun adı düpedüz demokrasi değildir de nedir? Üstelik bunu pazarlıksız, koşulsuz, doğrudan kabul ile yapıyorsunuz.

Örneğin metroya biniyorsanız 3 TL yerine 10 TL verip daha rahat ya da daha az kalabalık bir vagon talebiniz olamaz. Bunu bilerek ve kabul ederek orada bulunuyorsunuz. Sizinle birlikte yüzlerce insanla aynı duygu ve düşünce içinde orada bulunuyorsunuz.

Bu noktadan baktığınızda bir kentte ne kadar yaygın ne kadar kolay erişilebilir ne kadar konforlu ulaşım modları varsa o şehirde demokratik anlayışın o kadar geliştiğini, kökleşmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bizler bunu birer konfor unsuru olarak görsek de aslında bu durum o şehirde yaşayan insanların düşünce hayatında ve ulaşımda harcadığı zaman dışındaki hayatlarında da demokratik anlayışın, eşitlik ve eşit koşullarda var olma duygusunu beslediğini söyleyebiliriz.

Ulaşım sorunlarının çözümüne ve ulaşıma dair meselelere aslında biraz da bu noktadan bakmak gerekli. Ulaşım plancıları yaptıkları işe biraz da bu noktadan bakmak durumdalar. Ulaşımı planlarken ya da toplu ulaşım yatırımı yaparken (dikkat kişisel otomobiller için yol değil) konuya biraz da bu açıdan yaklaşmalarını öneririm. Sadece ulaşım yatırımı değil toplumun demokrasi anlayışının inşasını da planlar ulaşım plancıları.

DEMOKRATİK ULAŞIM VE TOPLU ULAŞIMIN DEMOKRATİKLİĞİ

“Demokratik Ulaşım Hakkı” dediğimiz şeyin ulaşım adına tüm unsurların (yaya, bisikletli, toplu ulaşım) şehirde adil alan paylaşımına şehirde eşit alana sahip olmasını ifade ederken, burada bahsettiğimiz kavram ise “Toplu Ulaşımın Demokratikliği” dir. İki kavram da birbirinden önemli iken birbirine karıştırılmaması gereken kavramlardır.

Tabi toplu ulaşımın demokratikliğinden bahsederken tam tersi durumun da anti-demokratik temelinden söz etmemiz mümkündür. Bireysel kullanıma yönelik özel otomobiller için yol yapan, köprü yapan, alt geçit, üst geçit yapan, bunu ulaşım çözümü diye topluma dayatan her kim varsa bilin ki o, toplumun atomize olmasına, bireyselleşmesine, kitlelerin birbirinde ayrılmasına hizmet ediyordur. Bilerek yapmıyorsa fena, bilerek yapıyorsa daha fena bir durum.

Bu sütunda daha önce “Otoyoldan Demokrasi Çıkmaz” demiştim. Merak edenler neden böyle düşündüğüme bu linkten ulaşabilir.
https://www.izgazete.net/otoyoldan-demokrasi-cikmaz-makale,395.html

Halen aynı noktadayım. Demokrasi inşasının en önemli ayağı yol, köprü veya tünel değil toplu ulaşımdır.

Yazıyı Bogota belediye eski başkanı Gustavo Petro’nun sözü ile bitirelim. Demokrasi ve gelişmişlik endekslerine de atıfta bulunarak.

“Gelişmiş ülke, fakirlerin bile arabaya bindiği ülke değil, zenginlerin bile otobüse bindiği bir ülkedir.”