Yine yalnızdı. Değil bu dünyada, tüm evrende yapayalnızdı. Sarıkara çok sessizlikti yalnızlık. Bir başka nefes olsaydı yaşamında her şey değişebilirdi. Artık biliyordu bunu. Sabredecek, bekleyecekti…

Kütüphanedeki işiyle evi arasındaydı tüm yaşamı. Otomasyona geçildikten sonra işyerinde kimseyle de ilişkisi kalmamıştı neredeyse. İstenen kitapları ekrandan takip ediyor, rafından alıp raylı sistemle gelen kutuya koyup aşağıya yolluyordu. Ne kimseyi gördüğü vardı ne de kimsenin onu. Her ileti ekranlar aracılığıyla gidip geliyordu. Hoş, kimsenin kitap falan okuduğu da yoktu ya... Bu nedenleydi en kalabalık durakları seçmesi ve yine bu nedenleydi en kalabalık otobüsleri beklemesi. Hani olur a birisiyle bir konuşabilme fırsatı bir ses bir soluk falan… Ama nafileydi; sabahları telaşlılar, akşamları yorgunlar ve akıllı telefonlarının esiri olmuş aptallaştırılmışlarla karşılaşıyordu hep. Suskunluk ve yabancılık…

Eve girer girmez hemen açardı salondaki televizyonu, bir ses olsundu evde. Arka odadaki radyosunu da öyle. Seslerle doldururdu evini. Bir müddet sonra nefessiz seslerin, ruhsuz görüntülerin yalnızlığına çare olamayacağını anlardı. Ah bir nefes daha olsaydı evinde!..

Hiç te beklemediği bir anda, bir gece yarısı gerçekleşti bu arzusu. Mutfağında rastladı ona! Nasıl gelmişti de becerebilmişti yerleşmeyi ve saklanmayı hele? Kıpırdamadan sessizce izledi onu. Kendisini fark etmemişti. Salatasından artanları yiyordu. Tepkisizliğine şaşırdı; aldırış etmiyordu kendisine. Hayretle, hayranlıkla seyrettikten sonra usulca yatağına döndü. Çok şaşkındı ama içini de bir sevinç kaplamıştı. Evinde ondan habersiz gizli bir nefes daha vardı demek ki…

Sabah kalktığı gibi bir süre onu aradı, bulamadı. Hiçbir zaman geç gitmediği işine geç kaldı o gün. Arkadaşları da hayret ettiler bu duruma. Her gün gerekli gereksiz nedenlerle fazla mesaiye kalıp en arka çıkarken, o gün en erken de o çıkmıştı kütüphaneden!

Eve alel acele gitse de kapıyı usulca açtı. Bu sefer sessizliği kendi istiyordu. Onu görebilmeyi, karşılaşmayı çok arzuluyordu. Çıt çıkarmıyordu. Evinde bir başka nefes vardı artık. Doğru mutfağa gitti. Onu ilk gördüğü yere yöneldi. Yoktu! Yoktu! Bir anda boşlukta hissetti kendini. Öylece durakaldı. Üzüldü, içi ezildi. Ah, o olsaydı şimdi!..

Üzgündü ve epeyce geç yattı; beklemişti onu. Gelmemiş, görünmemişti. Korkutmuş muydu acaba? Onu fark ettiği için mi kaçmış, evi terk etmişti? Oysa kalabilirdi, çok istiyordu bunu. Zarar vermezdi ona. Bir nefes bir nefes daha olacaktı evinde ama… Saklanmış olamaz mıydı? Olabileceği yerlere de baktı. Yoktu, yoktu işte! Merak ediyor, onu düşünüyordu.

Üzüntüden uyku tutmuyordu. Neden sonra kalktı. Onu beklemeğe karar verdi. Sonunda gördü de! Saklandığı yerden çıkmış dikkatli ve ağır hareketlerle mutfaktaki yerini almıştı. Nasıl da zarif bir yemesi vardı. Usulca, adım adım yaklaştı. O yine hiç aldırış etmedi. Sanki yanına kimse gelmemiş ve süzmüyordu kendisini. Yavaş yavaş yemesine devam ediyordu. Korkutmadan, incitmemeğe dikkat ederek ona değmeğe çalıştı. Parmak uçlarıyla sırtını okşadı hafifçe. O zaman büzüldü, yemesine bir müddet ara verdi. Sabırla bekledi tekrar yemeğe başlamasını. Yine sırtına dokundu. Etrafında kimse yokmuş gibi davranıyordu hâlâ. Kendini güvende hissediyordu demek ki…

Sabah artık alışıldık şekilde yine geç kaldı işine. Kimseye bir şey söylemedi. Nasıl söyleseydi ki, bir evsiz ile aynı evde nefes alıp verdiğini? Ogün de en erken o çıktı kütüphaneden. Evine doğru uçuyordu sanki! Eve vardığında doğru mutfağa koştu. Ama o yine yoktu! Ortalıklarda görünmüyordu. Nerede saklanıyor olabilirdi ki? Bekledi, bekledi, bekledi… Beklerken oracıkta uyuya kaldı. Uyandığında onu yine yerken gördü. Çok sevindi. Afiyet olsun dedi afiyet olsun. Aylardır belki de yıllardır evinde yankılanan nefesli ilk ses buydu. Gülümsedi kendi kendine. Herkes memnundu evdeki yaşantısından.

Kütüphaneye ıslık çalarak girdi. Asansöre binmedi. Merdivenleri sekerek ve neşeyle çıktı. Evet, yine o gün de en erken o çıkmıştı! Ne kalabalık durak ne sıkış tepiş otobüs bekleme ne de bir taksiye atlamak… Hiçbir zaman yapmadığını yaptı, işyeri yakınındaki manava gitti öncelikle. Bolca meyve sebze aldı. Alışveriş yapan iş arkadaşları soracak kadar samimi olmadıkları için meraktan çatlayacaklardı. Bir kadın olmalıydı hayatında, başka ne olabilirdi ki? Millet meraktan çatlayacaktı. Artık evinde birinin olduğu muhakkaktı! İşe geç ve uykulu geldiğine göre gece hayatı da olmalıydı… Sorsalar nasıl söyleyebilirdi ki evsiz bir hermafroditle aynı evde yaşadığını?

Eve vardığında onu yine göremedi. Bekledi. Sabaha kadar bekledi. Uyumadı. Gözlerini dört açtı. Hazırladığı ve çok sevdiğini bildiği yeşillikler öylece duruyorlardı. Ne gelen vardı ne yiyen! Neden gelmemişti? Aksi giden neydi? Neyi yanlış yapmış olabilirdi? Yaldızlı, parlak ayak izlerini aradı. İz miz yoktu! Üzgündü, üzgündü! Oysa geldiği gezdiği yerleri nemli tutuyordu. Hele tuzluğu bir aksilik olmasın diye daha ilk gecede ortadan kaldırmıştı.

O sabah kütüphaneye eskisi gibi ilk giden o oldu; acelesi vardı. Doğru sümüklü böcekleri anlatan kitapları aldı raflarından. Soluksuz okuyordu. Bu arada ne siparişlerini görüyordu ne uyarıları duyabiliyordu. Sonunda sümüklü böceklerin üç aylık uyku süreleri olduğunu öğrendi. Demek, üç ay görüşemeyeceklerdi! Nasıl yaşayabilirdi alıştığı bir başka nefes olmadan? Ne yapacaktı nefessiz sessiz ne yapacaktı? Ağladı. Özleyecekti onu.

Yine yalnızdı. Değil bu dünyada, tüm evrende yapayalnızdı. Sarıkara çok sessizlikti yalnızlık. Bir başka nefes olsaydı yaşamında her şey değişebilirdi. Artık biliyordu bunu. Sabredecek, bekleyecekti…