Cem Yılmaz'la tanışmam 96 ya da 97 tarihleriydi.

Sonradan ve şimdi de tanımaktan, uzun yıllar arkadaşı, dostu olmaktan hep gurur duyduğum, adını yazarken bile tüylerimi peluş yapan sevgili Demet Akbağ sayesinde...

Demet o zamanlar beni öyle kıymetli sanatçılarla bir araya getirmişti ki...
O uzun yılların kıymeti, peri tozu hala üzerimde...
Yazının bundan sonra Cem ile ilgili olan kısmı kişisel...
Biz onu şöyle sevdik, böyle anladığın ötesinde...

***

Cem ta o yıllarda kim ise hala öyle ve bu çok kıymetli, çok önemli...
Matematiğim zayıf, hesabı siz yapın...
O zaman Beşiktaş Kültür Merkezi'nde stand-up'ı var.
Kalabalık grup kulisteyiz. Tek tek saymayayım herkes sanatçı. Ve onu tanıyan herkesin hayatında bambaşka bir yeri olan Necati Akpınar.
Cem sahneden indi. Müthişti. Ben ilk kez izledim, grup zaten ev sahibi...
Sonrası, o zamanların meşhur kebapçısı Yüzevler'e gittik.
Keyifler yerinde, Cem enerjisiyle parlıyor.
Bir süre sonra arka masada eski bir oyuncu. Yani oyuncu dediysem, eskiden oyuncuymuş, sonranın televizyon soytarısı... Hiç ayıp değil gerçekten soytarının tekiydi.
Geldi masaya Cem'e dedi ki “Seni çok beğeniyorum, biraz daha çalışırsan meddah ya da oyuncu olabilirsin!"
Adam gitti masa buz kesti.

Buz kesti dediysem adamın dangalaklığından ve liseli kız fesatlığından...
Cem'i daha yeni tanıyorum ve haliyle zannettim ki umuru olmayacak, muhabbet kaldığı yerden devam edecek...
Öyle olmadı. Çok şaşırdım. Birden düştü. Hepimiz dedik ki sakın ha, ne takıyorsun! Kimseyi duymadı. Güldü. Ama o gün, yüzlerce kişinin onu ayakta alkışladığı sahneden az sonra o masada çok üzüldü.

***
Aradan yıllar geçti daha çok bir araya geldik, buna benzer mevzular çok yaşandı. Cem onu seven sayısına milyonlar katmıştı ama acımasız eleştirileri kafasına hep taktı.

Çok sonra Sabah Gazetesinin gazete olduğu zamanlarda röportaj teklifimizi kabul edip bizi evinde ağırlamıştı. Hatta bu fotoğraf o söyleşi sonrası çekildi. Kendisine olan hürmetimden tek bir kelimeyi bile değiştirmeden yayınlamıştık. Çok içten, çok şeffaftı. Ama o röportaj bile çok farklı yerlere çekildi. Nedense bu adam hep hedefteydi.
Çekildi demeyeyim ya! O zamanlar televizyonda bile program yapan, yandan yemiş bir iletişim, pazarlama starımsısı sadece konuşulmak için hem benim gazeteciliğime hem de Cem'e çakmıştı. Hala üzülürüm, Cem ondan sonra çok uzun süre hiç röportaj vermedi.
O faydasız herif de şimdi malum mahallenin soytarısı oldu.

***

Neyse işte Cem o büyük başarılarına rağmen hiçbir zaman kendi galaksisini yaratıp sağa sola kulak tıkamadı.
Çok sonra dâhil olduğu Twitter mahallesinin, kendini telefon tuşlarında var eden tayfası tarafından "aptalla tartışma dışarıdan bakanlar farkı anlamayabilir" sahnesine bir süre ister istemez kolundan bacağından çekildi.
Lüzumsuz saldırılara tevazuuyla tatlış tatlış cevap vermeye çalıştı.
Birçok "n'oluyoruz lan?" diye çürüme evresini hümanist enayilikle geçiren milyonlar gibi...

***

Beni tanıyanlar da, okuyanlar da sosyal medyadan takip edenler de bilir.
Argonun ve küfrün de dile dâhil olduğunu savunan, bu konuda ne diline ne kalemine tasarruf uygulamayan bir insanım.
Yerinde kullanıldığında o taş o gediğe başka türlü girmez.
Sonunda lafı Erşan Kuneri'ye getirdim.
"Ayyy açtık hemen kapattık, çok küfürlü!" diyen pembe yakalıların bir şey anlamadığı kesin.
Tinto Brass'ı mabad izlemek için açanlar da...
"Ama çok mesaj kaygılı ya hu!" diyenler de sadece eleştirmek için eleştirme klişesinin içinde türkü barda benden bir halay çeksinler.
O sekiz bölüm Cem Yılmaz'ın ustalık eseri...
Çok şükür boşa almış freni, biraz daha zekâsı olsa geri zekâlı olacakların sözde eleştirilerini umursamamış.
Çok güldüm ben... Sekiz bölümü üst üste iki gün tekrar izledim.
Ekibe, oyunculuklara, zekâna bir kez daha hayran olarak.
Göndermelerine kahkahalar atarak...
Şu yaşadığımız Allah'ın belası çıkmazda bizi o sekiz kişilik şahane arkadaş grubunun bir parçası olarak hissettirdin ya...
Beğenmeyen, anlamayan Ameen Feryadi izlesin!