Her geçen gün daha da geriye giden bir Türk sporu ile karşı karşıyayız. Senelerdir spor kulüpleri bazında büyük başarılara imza attığımız basketbolda bile her sezon geriye giden bir grafik çiziyoruz. Tabi ki bunun en büyük nedeni Euro ve Dolar’da yaşanan büyük farklar. Sezon başında belirlemiş olduğunuz bütçeler, sayın hükümetimizin izlediği muhteşem dış politika stratejileri ile uçuşa geçen döviz dolayısıyla sizi ters köşe yapmayı başarıyor. Baktığımızda senelerdir Avrupa basketbolunun 1 numaralı kupası ve en görkemli organizasyonu olan EuroLeague’de başarılar kazanan, şampiyonluk yaşayan Fenerbahçe bugün neredeyse turnuvanın ortalama takımlarından biri haline geldi. Senelerdir başarılı giden bir takım neden bir anda böyle bir düşüş yaşar size söyleyeyim. Çünkü evde ki hesap çarşıya uymadı!

    Baktığımızda futbolda da benzer senaryolarla karşılaşıyoruz ama sanki orada durum biraz daha vahim. Büyükler olarak tabir edilen Beşiktaş ve Galatasaray’ın Avrupa’daki utanç verici sonuçlarını, Anadolu’nun köklü ekibi Sivasspor ve Başakşehir’in mücadelesi ile telafi etmeye çalışıyoruz. Geride kalan sürece baktığımızda Anadolu kulüplerinin güçlendiği düşüncesi yaşadığımız en büyük yanılgı aslında. Aksine İstanbul ekiplerinin inanılmaz kötü yönetilişi, Euro 3,5 lirayken 5 yıllık sözleşme imzalanan oyuncuların şu an oturduğu yerden para kazanıyor oluşu, şu an ki tabloyu adım adım oluşturmayı başardı. Bunun en büyük örneklerinden bir tanesi de Galatasaray’da yaşanan Belhanda krizidir. Galatasaray yönetimi Belhanda’yı taça attıkça Belhanda tekrar oyuna dahil oluyor, olmaya da devam edecek çünkü dünyanın neresine giderse gitsin bu parayı alamayacağını, 2 yıldır dünya yıldızı Falcao’ya ısrarla Falzao diyen bir kulüp yöneticisi bulamayacağını o da biliyor.

     Önümüzdeki yaz 2008’den sonra ilk kez güçlü olduğuna inandığımız bir kadroyla Avrupa Şampiyonası’na gideceğiz. Avrupa elemelerindeki grup maçlarında Fransa’dan 4 puan almayı başarmış millilerimiz, Uluslar Ligi maçlarında maalesef aynı oyunu ortaya koymaya başaramadı. Pandemi krizinin ortasında herkesin ligini bırakıp bambaşka ülkelere gidip hazırlık maçı tadında geçen müsabakalar oynaması tabi ki kolay değil fakat ne olursa olsun bu kadar dağınık bir Milli Takım görmeyi beklemiyorduk. Turnuvanın geçen sezon patlak veren covid-19 pandemisi dolayısıyla ertelenmiş olması o dönemki sakatlarımız dolayısıyla bizim için avantaj gibi gözükse da şu an ki oyunumuz geçen yılkini fazlasıyla aratır vaziyette. Oyuncuların birçoğunun Avrupa’nın büyük liglerinde oynuyor ve süre alıyor olması bizim için büyük bir umut kaynağı. 

EN BÜYÜK ŞANSSIZLIK NİHAT ÖZDEMİR

    Şampiyonaya giderken en büyük dezavantajımız böyle bir Futbol Federasyonu yönetimiyle gidiyor olmamız gibi gözüküyor. Göreve geldikleri günden bu yana hiçbir ligde ve hiçbir statüde başarılı denilebilecek bir karara imza atamayan Nihat Özdemir ve yönetimi, yetki sahibi birinin Yıldırım Demirören’den bile başarısız olabileceğini bize kanıtlamış oldu. Pandemi sürecinin başlamasıyla birlikte tamamen kontrolü kaybeden Futbol Federasyonu, Akademi Liglerinin oynanmaması, kulüpler test yaptıracak ve maliyet artacak düşüncesiyle BAL liginin iptal edilmesi, zenginler maça gitsin, gariban vatandaş gidemesin diye sadece locaların açılması gibi birçok skandala imza atmayı başardı. Aslına bakarsanız zaten Futbol Federasyonu Başkanı kendi yönetimi ile birlikte karar almaktan yoksun vaziyette. Yukarıdan ne gelirse sorgulamadan, düşünmeden, danışmadan uyguluyor ne yazık ki.

    Ee şimdi ben şunu merak ediyorum. Bu kadar kötü bir ülke yönetimine bir de kötü bir federasyon eklenirse sporda başarılı olmak mümkün mü? Son zamanlarda bir de, 2002 Dünya Kupasında Recep Tayyip Erdoğan ülkeyi yönetiyor olsaydı biz Final oynardık, diyen Alpay Özalan’ın Gençlik ve Spor Bakanı olma ihtimali konuşulmaya başlandı. İşte siz o zaman görün bir de şamatayı. Ah şu CHP bir izin verse sayın hükümetimiz neleri neleri başaracak da CHP hep engel oluyor.

    Bu haftaki yazımı bana göre Avrupa futbolunun en başarılı teknik direktörlerinden biri olan Hırvat hoca Slaven Bilic’in bir sözüyle bitirmek istiyorum.

      “Türkiye’de temel problem şu; bilgili insanların yetkisi yok, yetkililerin de bilgisi yok...”