İzmir bize bizi fısıldar. Bugün dünün aynasıdır. Karaburun’da yaşanan efsane ya da lanet gerçeğe mi dönüşüyor? Eski çağın meşhur Narkissos'u (Narsizme, narkoza, nergisgiller çiçek familyasına isim veren kendine aşık mitolojik kahraman) modern dijital çağın laneti mi?

Şimdinin sosyal medya liderlerinin her biri antik çağın anti-kahramanlarıydı. Teknoloji bağımlısı ve çevrimiçi kayıtlılar baktıkları kara ekranda beğenilmek zorundalar. Hiper nesil, son derece garip, sağlıksız, kendine yabancılaşmış megolaman hal ve tavır içindeler. Kendilerini beğenmekle meşguller. İnsanlar bir restoranda masa etrafında oturuyorlar, birbirleriyle konuşmuyorlar. Çünkü mesaj atıyorlar. Facebook, instigram twetter hesaplarını konrol ediyorlar. Aynı masada oturuyorlar ve birbirlerini tanımıyorlar bile. Sosyal medyanın dayattığı kalıba uygun olmak için üzerimize kurulan baskı o kadar büyük ki; biçilen kader ise, bir tv programındaymış gibi yaşamak.

Bizi gözetleyen kapitalist tanrılar! Birbirimize yabancılaşmamızı buyuruyor. Farkında mısınız? Ayrıştırılıyoruz. İnternette önümüze gelen bilgiler, bizim tarama geçmişimize, ilgi alanlarımıza özel olarak akıyor. Algoritmalar çağımızın bizi gözetleyen büyük biraderleri. Sizin Google sayfasında aradığınız aynı bilgi benim sayfamda aradığımda başka adreslerden monitöre geliyor. Çünkü arama geçmişim sosyal medya tanrılarının gözetiminde. Bağımlılık zaafiyetimizi araştırıyorlar. Hangi reklamı, hangi bireye ne zaman göndereceklerini planlıyorlar. Entelektüel bağımsızlığımız yok. Dış görünüş zenginliğini içsel zenginliğimize tercih ediyoruz. Kazanmadığımız bir parayla bizi tanımayan insanları dış görünüşümüzle etkilemeye çalışıyoruz. Toplum olarak bize yeterince güzel olmadığımız söyleniyor. Kameralar otomatik sanal makyajla bizi narsizime teşvik ediyor. Başkasını sevmek düşünmek yerine, kendimize aşırı düşkün olma halindeyiz. Bugün hangi genç diğerkâm (Her kişinin asıl yükümlülüğünün, kendisini başkalarına, topluma adamak olduğu düşüncesine dayanan ve A. Comte ile Spencer'in temelini attıkları ahlak görüşü) sözcüğünü bilir? Muhtemelen hiç biri. Çünkü yaşantımızdan diğerkâmlık çıktı, sözlüklerimizden de çıktı. Kapiatlizm teknoloji araçlarını kullanarak bizi yok ediyor. Eziyor. Büyütüyormuş gibi yaparak, küçültüyor. Egolarımızla başa çı-ka-mı-yoruz. Karaburunlu Narkisos’un efsanesi dilden dile gönülden gönüle anlatılsa, bugüne ulaşsaydı, bu lanetten kurtulur muyduk? Ne dersiniz?

Efsanenin gerçeklerini araştırırken ilk sorumuz şu: İzmir Karaburunlu Narkissos'un beş bin yıl önce annesi kimdi? Efsaneye ilişkin farklı farklı söylenceler, konunun farklı varyasyonları vardır. Mesela bir badem ağacının altında çırılçıplak dallarına sarılarak uyuyan ve 9 ay on gün sonra çocuk doğurmuş ırmak tanrıçası Nana mı? Rüzgarı bol yarımada Mimas'ın omzunda huzurla uyuyan mağara perisi Oreas'ın uyanınca kendini hamile bulması mı? Hikayelerimizi kendimizce tamamladığımızda annesinin kim olduğunun önemi yok. Her iki efsanenin gerçeği ise uyuyakalmaktan doğan bencillik. Şimdi narsizim nasıl mı doğmuş? Başlayalım üslübumuzca anlatmaya.

KİMDİR ŞU BİZİM KENDİNE AŞIK NARKİSSOS?

Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar Karaburun'un binlerce yıl önce adı Mimasmış. Hatta ünlü Ozan Homeros Odysseia'da ondan Rüzgarlı Mimas diye bahsedermiş. Mimas bir devmiş ve tarih boyunca rüzgarların hakim olduğu bu coğrafyada doğmuş. Tanrılara karşı gelince Zues'un hışmına uğramış. Bakır ve demiri eriten tanrı, bu sıvıyı devin üzerine döküvermiş. Sonsuz uykuya dalan devi bu yarımadaya gömmüş. Denizden esen rüzgarlar uyuyan devi hep uyandırmaya çalışırmış. Nafileymiş. Aradan binlerce yıl geçmiş uyanamamış.

Günlerden bir gün, Nympeler gibi suda değil, mağaralarda yaşayan orman perileri Oreasların yolu rüzgarlı Mimas'a düşmüş. Güzeller güzeli Oreas, ilk görüşte uyuyan bu deve aşık olmuş. Kalbine ellerini koymuş. Öyle büyük bir huzur hissetmiş ki o anda mutluluktan gözleri kapanıvermiş. Yer gök sarsılmış bu birleşmeden, Mimas yarımadaya dönüşmüş. Narkisos adında bir oğulları dünyaya gelmiş

Narkisos'un doğduğu gün, Kolophon’un yöneticisi olan Rhakios’la Manto’nun oğlu ve aynı zamanda Apollon’un kahini olan Mopsos'a başvurmuşlar. Mopsos bir kehanette bulunmuş. Onun uzun ve sağlıklı bir ömür süreceğini, bunun içinse bir tek şart olduğunu söylemiş. Şart ise Narkissos'un hiç bir zaman, hiç bir şekilde kendini görmemesiymiş.

Karaburun-Dolungaz Koyu

Narkissos'u avcı olarak yetiştirmişler. Bu yakışıklı delikanlı gece gündüz ormanda gezer dururmuş. Öyle yakışıklıymış ki, su perileri ona hayranmış. Ekho da bir su perisiymiş. Ne zaman yoluna çıksa avcı onu görmemezlikten gelirmiş. Ekho aşkına karşılık bulmayınca, çok üzülmüş bir mağaraya saklanmış. Gün geçtikçe erimiş. Bedeni mağarayla bütünleşmiş. Kayalıklar oluşmuş. Mağaraya kim seslense kendi sesini duyarmış. Ekho'nun sesi günümüzde "eko" dediğimiz, seslerin yansısı olan yankıya dönüşmüş. Narkissos'un aşklarına karşılık vermediği kızlar ve periler, Echo'nun aşktan inleyen bir sese dönüştüğünü görünce Tanrılardan öçlerinin alınmasını istemişler. Bu haykırışlara kayıtsız kalmayan tanrılar da yakışıklı delikanlıyı cezalandırmaya karar vermişler. Narkissos tam o sırada bir su birikintisine eğildiğinde ilk kez kendi yüzünü görmüş. Gördüğü yansımadan adeta büyülenmiş. Daha önce fark edemediği bu güzelliği karşısında kendine aşık oluvermiş. Öyle ki kendine bakmaya doyamıyormuş. Yemeden içmeden kesilmiş. Gittikçe hissizleşmiş. Eriyip tükenmiş. Görüntüsü yavaş yavaş kaybolduğunda ise gölün üzerinde görenleri hayrete düşüren sapsarı güneşe benzeyen çiçekler oluşmuş.

Bugün Nergis çiçeği kokusuyla rengiyle Karaburun'a gelenleri büyülemeye devam ediyor. Bir gün yolunuz düşerse, nergis çiçeğinin doğduğu kayalılıklardaki seslere kulak verin.

Ekho hep aynı cümleyi tekrar eder, fısıldar durur size:

"Bencil de olsa, Nergis çiçeği efsanevi hikâyesiyle ve o muhteşem kokusuyla insanları büyülen bir aşk çiçeğidir"

İşte tıpkı kendi suretine bakarken yemeden içmeden kesilen, sağlığını kaybeden, hissisleşen ve sonunda yok olan Narkissos gibi günümüz dijital insanı da kendini yok ediyor. Ancak bir farkla. Narkissos güzel bir çiçek olarak hoş bir iz bırakıp gitti. Peki ya bizler?