Anımsama olgusu ve anımsama süreçleri, kuşkusuz insan ve toplum açısından büyük değer taşır. İçinde yaşadığımız zaman, insani değerlerin önemsenmediği; barbarlığın ön plana geçtiği; yakıp yıkmanın, yok etmenin hayatın her alanını kapladığı; güzelliğin, inceliğin, iyiliğin ve zarafetin yitip gitmeye başladığı korkunç bir döneme karşılık gelmektedir ne yazık ki…

Cemal Süreya; “Kötülüğün büsbütün egemen olduğu, namussuz bir çağ bu biliyorsun” dizesiyle yaşadığımız çağı eleştirir ve okura farkındalık kazandırmaya çalışır. Anımsamak; çağın kötülüklerine direnmenin etkin bir biçimidir. Turgut Uyar,  unutulmaz şiiri Her Şeyden Biraz Kalır’da: “hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmayın/ insan nasıl direnir başka/ hiç unutma” diyerek, tüm içtenliğiyle seslenir insana, insanlığa…

Bazen hafıza ağır bir yük olsa da, acı ve ıstırap verse de insana, anımsamanın anlam ve değeri, unutmaktan, belleksizlikten çok daha fazladır. Tarihsel mekânların içinde sessizce, derinden derine yaşayan zaman, insanı, günümüzden geçmişe geçmişten günümüze sanki bir sarkaç salınımıyla alır götürür. Gaston Bachelard’ın Mekânın Poetikası’nda odağa aldığı savıyla söylersek; “mekân, peteklerinin binlerce gözünde zamanı sıkıştırılmış olarak tutar.” Dolayısıyla, mekânlarda yaşayan, soluk alan tarihsel zamanlar ve zaman katmanları, toplumsal belleğin de yapı taşlarını oluşturur. Toplumsal bellek, tarih bilinciyle oluşur, şekillenir ve var olmayı sürdürür. Barbarlığın yıkımlarına, toplumda belleksizlik yaratma çabalarına karşı çıkmanın ve direnmenin en etkili yolu, tarih bilinci kazanmak; geçmişe, bugüne ve geleceğe tarih bilinciyle bakmaktan geçer. 

Geçmişe tarih bilinciyle bakmak, nostalji duygusunu yaşamak anlamına gelmez. Nostalji, geçmişe sürekli olarak duyulan bir özlemdir; bugünde dünü yaşamaktır. Sanırım o nedenle TDK Sözlüğü’nde Fransızcadan gelen “nostalji” sözcüğünün Türkçe karşılığı olarak “gündedün” sözcüğü öneriliyor. Tarih bilinci; bilgi, araştırma, anlama, yorumlama, uslamlama, çıkarsama, geleceğe açılma, tahayyül etme, yaratma gibi ussal süreçlerde yer alırken; nostalji yani “bugünde dünü yaşamak” ya da geçmişe takılıp kalmak; duygusal süreçlerde yer alan bir kavram. Tarih bilinci; farkındalık ve akıl- mantık dizgesi içinde oluşuyor; nostalji ise kişinin daima geçmişte yaşaması, geçmişe özlem duyması, bugünde mutsuzluk hissetmesi; geçmiş zamanlarda insanın daha mutlu olduğunu varsayması üzerine kuruluyor. Anılara sığınan, geçmiş hayatlara özenen yani nostalji yaşayan insan, bunun tam anlamıyla bir yanılsama hali olduğunu fark edemiyor.

Nostaljinin ussal süreçlerden kopuk, geçmişe takıntıyla tanımlanan bir duygu durumu olması, nostalji yaşayan kişiyi hem yaşanan günden hem de gelecek zamanlardan koparır. Bir tecrit hâlidir nostalji; kişi, bir bakıma kendini geçmiş zamanlara hapsetmiştir; o zamanların dışına çık(a)madan yaşamaktadır. Sadece geçici bir özlem olarak kalmaması; saplantılı bir duygu, düşünce ve yaşama tarzına dönüşmesi nedeniyle nostalji durağandır,  tekdüzedir; kişiyi sürekli olarak aynı çember içinde dolaştırıp durduğu için kişisel ve toplumsal gelişme ve ilerlemeye de kapalıdır. Nostaljinin bir kısırdöngüden başka bir şey olmadığını söylemek, sanırım abartılı bir yorum olmaz. 

Yıllar önce (2011) gerçekleştirdiğim bir yerel tarih çalışması olan Bornova’dan Gün Rengi Sayfalar adlı kitabımın son sayfalarına doğru şu cümleleri yazmıştım: “Yaşam, ölümle bir bütünlük oluşturan canlı ve dinamik bir süreç. Geçmişe takılıp kalmadan, geleceği bu geçmişin, bu yaşanmışlığın izinde yeniden şekillendirmek gerekiyor. Geçmişe özlemin yoğun bir ifadesi olan nostalji, insanı ve toplumu ileri taşıyabilecek bir duygu değil bence; geçmişe nostaljiyle değil, tarih bilinciyle bakmak çok önemli. Tarih bilinci, yaşanan ânın içinde şekillenirken, aynı anda geçmişe ve geleceğe uzanan süreçleri kapsar, bugünün içinden geçmişe ve geleceğe pencereler açar. Bu sonsuz sarmalda ışık ve düşünce hızıyla akan zaman, geçmişi ve geleceği insan bilincini köprü yaparak birbirine bağlar, ileriye doğru sıçramalar yapar;  binlerce yıllık kayalarda çağıldayarak akan sonsuz bir ırmak gibi. Bornova’da zaman ırmağı bilincimize, duygularımıza seslenerek akmayı sürdürüyor. Güzelim semtimdeki bu gizemli akışın çok uzun yıllar, yüzyıllar boyu sürmesini diliyor yüreğim.” Burada da nostaljinin kendi içine kapanık döngüselliği yerine, tarih bilincinin diyalektik sarmalına işaret ederek; geçmiş, şimdi ve gelecek zamanlara bu bilinçle bakma gereğini ifade etmiştim. Tarih bilinci, hayata etkin birer özne olarak katılan; geleceğe düşünce ve eylemleriyle yön veren bireylerin varlığını da gerektirir.

Bugün de “nostalji” ve “tarih bilinci” arasındaki anlam ayırtıları hususunda çok dikkatli ve duyarlı olmak gerektiği kanısındayım. Evet, aradan yıllar geçti,  toplumlar çok değişti.  Büyük bir güç haline gelen teknoloji, vahşi kapitalizm ve müthiş bir kâr hırsı ile el ele verdi. Çevremizde, semtimizde, kentimizde, ülkemizde tarihsel yapılar durmadan yıkılıyor ya da aslına uyum ve dikkat gösterilmeden zevksizce yenileniyor.  Bellek yok sayılıyor; onun kaynaklandığı asıl yer olan tarih bilinci de… Topluma dayatılan, ne yazık ki nostaljinin tek boyutlu gerçekliği, kendi içinde dönüp duran tekdüzeliği, geri kalmışlığı ve geçmişe saplanan durağanlığı…

İçinde geçmiş zamanların yaşadığı, toplumsal belleği oluşturan mekânları sorumsuzca yıkıp yok etmek yerine, o mekânlarda soluk alan tarihi yüreğimizde duyumsayabilmeli; belleksizliğe mahkûm olmadan, ama geçmişe de takılıp kalmadan, zamanın sonsuz akışına aklımızı ve duygularımızı uyarlamalı, bugünden geleceğe yaratıcı bir güçle akıp gidebilmeliyiz. Geçmişin değerlerini tarih bilinciyle yaşatmak, toplumsal belleği güçlü tutmak, bugünü anlamak ve geleceği en güzel biçimde inşa edebilmek için “zamanı peteklerinin içinde saklı tutan mekânları” korumak; onları yıkımlara, her türlü barbarlık ve zevksizliğe karşı bütün gücümüzle savunmak durumundayız. 

Daha güzel ve daha anlamlı bir dünya özlemiyle…