İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, FOX TV’de katıldığı canlı yayında önemli açıklamalarda bulundu.

Başkan Soyer’in öne çıkan açıklamaları şöyle:

‘GEDİZ’DEKİ TABLO KORKUTUYOR’
Gediz Nehri’nin tüm havzayı suladığını düşünerek ifade ediyorum ki; Gediz Havzası, Türkiye tarımının yüzde 10’unu üreten bir havza. Aynı zamanda İzmir’in içme suyu kaynaklarının 3’te birini toplayan havza. Hem İzmir hem Kütahya hem Uşak için önemli ama İstanbul, Ankara Türkiye için de çok önemli. Hepimizi ilgilendiren bir boyutu var. Kütahya, havzanın yaklaşık yüzde 9’una ev sahipliği yapıyor, Uşak yüzde 13, yüzde 64’üne Manisa, yüzde 11.  Bütün bu tabloda bu duruma kayıtsız kalmamız mümkün değil. Kütahya’dan başlayan macera sonunda İzmir’i, İzmir Körfezi’ni, İzmir’deki içtiğimiz suyu etkileyen sonuçlar ortaya çıkarıyor. O nedenle biz de ne yapabiliriz diye kafa yormaya başladık. Ve gördük ki 4 ayrı şehirden geçiyor olması nedeniyle çok dağınık bir yetki karmaşası var. Birçok şey kağıt üzerinde kalmış, yetki dağınıklığı nedeniyle hayata geçirilememiş. Biz de elimizi taşın altına sokalım dedik.  Herkesin üzerine ne düşüyorsa tarif edelim dedik, maksat buydu. Tüm noktalardan numuneler aldık, henüz analizler tamamlanmadı ama çok üzücü bir tablo var. Bu tablo son derece korkutuyor, kaygılandırıyor. 

‘4 AYRI FELAKETLE YÜZLEŞTİK’
Bu yolculuk boyunca 4 ayrı felaketle yüzleştik. İklim krizi diye bir dertle baş başayız, tüm dünya olarak. Gezegenimiz artık hasta. Gezegenimizi iyileştirmemiz tedavi etmemiz lazım. Eğer tedavi edilmezse çok ağır bir bedel ödetecek. İklim krizi berbat bir hastalık ve bununla başa çıkmamız lazım. Kuraklık tehdidiyle baş başayız. Gediz bu toprakların can damarıdır. Ve o şu an zehir akıtıyor. İklim krizi birinci felaket, bununla yüzleşiyoruz. İkincisi. İklim değişirken su kaynakları azalırken tarımsal ürün desenimizi buna göre ayarlamıyoruz. Bu akıl alacak gibi değil. Eskiden su bolmuş bol keseden harcamışız. Ama şimdi on binlerce kaçak kuyu var. Bu Gediz’in de bizim de sağlığımızı bozuyor. Tarımsal ürün deseni konusunda yeni birtakım düzenlemeler yapmak zorundayız. Artık atalık tohumlarımıza dönmeliyiz ve elimizdeki suya uygun, doğayla uyumlu ürünlere dönmeliyiz. Bu konuda Tarım Bakanlığı’mıza çok iş düşüyor. Onlar bu konuda yönlendirici olmalı. Havza bazında tarım ürün planlaması yapmalı. İkinci büyük felaket tarımla yaşadığımız felaket.  Aklımızı başımıza toplayıp mevcut tarım politikalarını değiştirip suya uygun yeni tarım ürünlerini planlayacak yeni bir tarım politikasına ihtiyaç var. Üçüncüsü sulama meselesi. Hala vahşi sulama yapıyoruz. Sulama teknoloji konularında yeni çözümleri mutlaka hayata geçirmeliyiz ve üreticiyle buluşturmalıyız. Dördüncüsü zehirleme. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, iklim değişikliği, kuraklık, yanlış tarım politikaları, vahşi sulama yetmiyormuş gibi suyu kirletiyoruz. Bizim bu zehirlemeden vazgeçmemiz lazım. 

MİLLİYETÇİLİK ÇIKIŞI
Milliyetçilikle, yurtseverlikle övünürüz. Hamaset konusunda birbirimizle yarışırız, herkes birbirinden milliyetçi fakat bu toprağın ovaları, nehirleri, ağaçları… Asıl milliyetçilik bunları korumak değil mi? Atalarımızın bize bıraktığı coğrafya, Gediz bu mu? Şimdi bizim ne hale getirdiğimiz Gediz’e bakın. Bu nasıl milliyetçilik? Ondan sonra mangalda kül bırakmıyoruz, en milliyetçi biziz! Hayır. Eğer Gediz’i korumuyorsak, biz de milliyetçilik falan yok! Eğer Gediz’e sahip çıkamıyorsak, ekosistemi, gölleri korumuyorsak biz milliyetçilik falan hiç konuşmayalım. Asli yapmamız gereken şey bunları korumaktır. Biz nöbetçiyiz, kısacık bir süremiz var, vazifemizi yapıp gideceğiz. Bizim asıl yapmamız gereken bu toprakları, bu coğrafyayı korumak. Milliyetçilik de budur, yurtseverlik de budur. Atalarımızın bize bıraktığı gibi gelecek kuşaklara bunları pırıl pırıl bırakmak bizim görevimiz. Asfalt, çöp sonradan gelir. 

‘İZMİR’İ BİTİRDİK DE Mİ GEDİZ’E GİTTİK’

Gediz şu açıdan daha zordu, o nedenle oradan başladık. Küçük Menderes tamamen bizim sınırlarımız içinde onu da yapacağız ama Gediz’in bizi ürküten yanı; Kütahya’dan doğup Uşak’tan Manisa’dan geçtikten sonra İzmir’e dökülmesi. Bizim müdahale gücümüzün çok az olduğunu düşündüğümüz için oradan başlamaya karar verdik.
Biz İzmir’i bitirdik de mi, İzmir’de her şey güllük gülistanlık da mı Gediz’e gittik. Elbette değil ama İzmir’de Selçuk Pamucak’ta denize dökülen pisliği, kanalizasyonu, sanayi atığını temizlemek için bir arıtma tesisi ihalesine çıktık, yapıyoruz. Kemalpaşa’da Nif çayı zehirlemesin diye orada da büyük bir arıtma tesisi ihalesine çıktık. Torbalı’da, Ödemiş’te arıtma tesisleri yapıyoruz. Onları yola koyduğumuz için buraya da gitmek zorundaydık.

‘ARTIK DUR DEMEK MECBURİYETİNDEYİZ’
 İklim krizi, tarım politikalarındaki hatalarımız, sulama politikalarındaki yanlışlarımız, zehirlemeye devam etmemiz… Doğanın buna isyan etmemesi mümkün değil. Bunan hakkımız yok.  Artık dur demek mecburiyetindeyiz. Tüm bunların çözümü var. Doğa bir biçimde kendini yeniliyor biz yeter ki kirletmeyelim. Biz zehirlemeyi durdurursak doğru tarım politikaları ortaya koyabilirsek, sulama teknolojileri konusunda daha iyi şeyler ortaya koyabilirsek hem üreticimizin hem tüketicimizin yüzü gelecek. Her şey kirletememekle başlıyor. Kirletmenin önünü keseceğiz. Çok sıkı denetim gerekiyor. Yazışmalara başladık, yaptığımız tespitler doğrultusunda kirlettiğini düşündüğümüz kim varsa, neresi varsa hepsine yazışmaları göndermeye başladık. Birçok arıtma tesisi var ama elektrik parasından imtina edildiği için çalıştırılmıyor. Bakanlık desin ki; ‘yeter ki sen bu arıtma tesisini çalıştır, bu tesis elektrikten muaf olsun’ denilebilir. Denetim ve yaptırım gerekiyor. Çok sert, acımasız, hiç affetmeyecek yaptırımlar gerekiyor. Farkındalığın büyümesi lazım. Gidecek başka bir yerimiz yok, bu topraklar hepimizin, sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. 

‘KURAKLIK TEHDİDİNİN FARKINA VARALIM’
Bu kuraklık meselesi; oh ne güzel yağmur yağdı demenin ötesine geçmiş vaziyette. İklim krizi tehdidiyle ortaya çıkan kuraklık gitmeyecek. Yeraltı suları o kadar derinlere gitti ki bazı noktalarda 300-400 metrelere inilmek zorunda. Eskiden 5-10 metreden suyu çeken vatandaş bugün 200 metreden suyu çekemez durumda. Daha aşağıdan da hiç su çekemeyebilir. Böyle bir tehdit var, bunun büyüklüğünün farkına varalım artık. Oh bu seneye çok yağdı, sonraki sene az mı yağacak acaba… Durum bu değil.  Toplam su tüketiminin yüzde 77’sini tarımda tüketiyoruz, yüzde 10 civarında sanayi, onun dışında evsel ve diğer kullanım türleri. Dolayısıyla asıl mesele tarımsal üretim konusundaki tercihlerimizi gözden geçirmek. 

TARIM BAKANI DEĞİLİZ AMA…
Biz İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak atalık tohum üreten vatandaşlarımız için diyoruz ki; devletin verdiği taban fiyatının 3 mislinden satın alacağım, sen yeter ki bunu üret. Bir teşvik vermeye çalışıyoruz. Biz Tarım Bakanı, Tarım Bakanlığı değiliz ama bir yerel yönetici olarak bu konuya duyarsız kalmamız mümkün değil. O nedenle gücümüz yettiğince çareler bulmaya çalışıyoruz. Çünkü atalık tohumlara dönmekten, sulama tekniklerini değiştirmekten başka çaremiz yok. 

‘EŞİNE RASTLANMAZ BİR BAŞARI HİKAYESİ’
Depremde 117 canımızı kaybettik ama birçok vatandaşımız çok ağır tahribatlar yaşadı. 50 bin civarında insan evini terk etmek zorunda kaldı. Çok ağır bir tramvaydı. İzmir, büyük bir dayanışma örneği gösterdi Kamu kurumları olarak çok iyi iletişim kurabildik. Olağanüstü iyi bir koordinasyon ve dayanışmayla duruma hakim olabildik. Bir Kira Bir Yuva kampanyası başlattık, 42 milyonun üzerinde taahhütte bulundu vatandaşlarımız. 4 bin 300 haneye yetecek kira yardımı topladık. Uzundere’deki konutlarımızı açtık, Hilton otelinin odalarını açtırdık. Dışarıdaki vatandaşlarımızı başını sokacak bir yuvayla buluşturduk. 30 Ekim’de deprem oldu, 30 Kasım’da son çadırı sökmüştük. Bu, Türkiye felaketler tarihinde eşine rastlanmayacak bir başarı hikayesi. Bu sadece bizim başarımız değil, kamu kurumları, vatandaşların ortaya koyduğu bir başarı hikayesi. Bununla iftihar ediyorum. 

‘İZMİRLİLER GÜVEN İÇİNDE YAŞAYACAK’
İkinci bölüm ise; bu şehirde insanlarımız nasıl güven duygusu taşıyarak yaşayacaklar kısmıydı. Çünkü o da başka bir travma. Deprem Daire Başkanlığımıza 200 milyon bütçe aktardık. Kasım ayı içerisinde İnşaat Mühendisleri Odamızla beraber 33 bin 100 konutun deprem güvenlik karnesini çıkarmaya başladık. Yüzde 86’sı tamamlanmış vaziyette. Diğer ilçelerimizde de yapacağız. Bayraklı, Bornova, Konak, Karşıyaka bölgelerinde yapı dayanıklılığın envanterini çıkarmak istiyoruz. Bunu yapacağız. 2021’de büyük ölçüde bunu bitirmiş olacağımızı umuyorum. Ardından ODTÜ, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, İYTE ile zemin etüdü çalışması başlatıyoruz. İlk bölümü 1 yıl sürecek, 25 milyon civarında maliyeti olacak. Bu çalışma, şehrin geçmişte edinilen bilgilerinin bugün itibarıyla sınanması anlamına geliyor. Faylar ne kadar aktif, nerelerden geçiyor, sıvılaştırma miktarını, ölçüsünü ortaya çıkaracak. Bilgiler güncellenecek ve tüm bölgeye yayılacak. İzmir tüm vatandaşlarımız için, içinde güvenle yaşayacakları bir şehir haline gelecek.

‘KREDİ İÇİN İYİ HABER BEKLİYORUZ’
Dünya Bankası kredisi ile ilgili müzakereler devam ediyor. Yaklaşık 340 milyon dolarlık bir kaynak. 30 yıl vadeli, 5 yıl ödemesiz, 25 yıl düşük faizli… Hazine Bakanlığı ve İller Bankası ile bürokratlarımız beraber çalıştı. Son noktaya gelindi. İyi bir haber bekliyoruz.

‘OLAĞANÜSTÜ PRESTİJ KAZANACAĞIZ’
Dünyanın en büyük kültür zirvesini, Dünya Belediyeler Birliği düzenliyor. 2021’de İzmir’de yapılıyor. Pandemi bize gösterdi ki kültür kalkınmanın lokomotifi olmak zorunda. Kültürün kalkınmanın lokomotifi olacağı konusuna kafa yormak zorundayız. Kültür zirvesinde kültür politikalarının üreticileri bir araya gelecek. 500 civarında akademisyen siyasetçi edebiyatçı yazar bir arya gelecek. Pandemi sonrası kültür üretiminin koşullarını konuşacaklar. İzmir de bu vesileyle olağanüstü prestij kazanmış olacak. Sonrasında açıklayacağımız manifestoyla geleceğe ışık tutacak bir tablo ortaya koyacağız.

Editör: Haber Merkezi