Yusuf Altun

Bu söz genellikle çevresinde olup bitenlere duyarsız kalıp, kendi çıkarı doğrultusunda hareket edenler için söylenir. Balıklıova’da 74 ailenin evleri yıkılırken, bir avuç rantın hesabını yapanlara; Mahkeme kararı olmadığı halde ‘Hukuksal süreç bitmiştir’ diyerek kendi siyasal geleceği için yalan söyleyenlere; haksızlığa, hukuksuzluğa göz yumup, hiçbir şey yokmuş gibi başka şeylerle uğraşan sözüm ona yöneticilere diyorum ki: ‘Köy yanar, kahpe taranır’ sözü sizin için bir şey ifade etmeli. İşte Balıklıova’yı bilmeyenler ve yıkımdan önceki yaşamı tanımayanlar için…

VE ŞAFAKTA BAŞLADI YIKIM

Güneşin, denizin ve kumsalın kucaklaştığı; henüz betonlaşma işgaline uğramamış nadir bir sahil köyüdür Balıklıova. Burada şafak vakti bir güzel olur. Güneşin ilk kızıl ışıkları denizi ve kumsalı uyandırır uykudan. Bu eşsiz manzaranın seyrine doyum olmaz. Tabiatın bu doğal güzelliğini yüreğindeki insan sıcaklığıyla harmanlayan 74 aile için burası çocuklarının doğup büyüdüğü yerdir. Kendi gençliklerinin en deli dönemlerinde bu sularda durulmuş, bu kumsallarda yoğrulmuşlardı. 30 yıla yakın bir süre içerisinde sazlık ve bataklık halindeki bu yeri üzerinde yaşanılabilir bir yere dönüştürmüşlerdi. Kurdukları komşuluk ilişkisi seksen öncesi kenar mahallelerdeki dostluğu kıskandıracak boyuttaydı. Gönül kapılarını dostlarına açmış bu insanların evlerinin kapıları hiç kilitli olmamıştı. Evlerinin içindeki ve dışındaki her şey bir el uzaklığı kadar olmasına rağmen hiçbir eşyaları kaybolmazdı. Şimdilerde ancak eski Türk filmlerin de gördüğümüz, ama bu gün unutulmuş olan, komşunun misafirini ağırlama kültürü burada yaşayan 74 aile için bir gelenekti. Her sabah komşular ile ortak kahvaltı yaparken; ‘İyi ki varsınız’ demenin hazzıyla çaylarını yudumlamaları, onların vazgeçilmez tutkusuydu.

Bazı sabah kahvaltılarında ülkedeki ve dünyadaki gelişmeler üzerine konuşmalar yapılırdı. Konu ile ilgili herkes yorumunu ve eleştirisini yapardı. Bazen iş tartışmaya kadar giderdi. İşte o zaman evin büyüklerinden biri, tatlı sert bir tonla ‘Yeter artık. Allah hepsinin belasını versin’ diyerek tartışmaya son verirdi. Kahvaltı gülen yüzlerle devam ederken küçük takılmalar olsa da tartışmayı bitiren ses daha yumuşak bir sesle, ‘Yine başlamayın’ deyince gülüşmeler gelirdi peşi sıra.

Gün içinde susayan ve acıkan çocuklar kendilerine en yakın evden su veya yiyecek ihtiyaçlarını giderirlerdi. ‘Su vermekte de ne var’ demeyin. On çocuğa on ayrı bardakta su vereceksiniz. Çünkü ‘Ben başkasının içtiği bardaktan su içmem’ diyen en az bir çocuğunuz var aralarında. Bazen anneler kapıdaki çocuk sayısı kadar tost yapmak zorunda kalırlardı. Tanımadıkları çocuklar için ‘Bu kimin çocuğu?’ sorusuna aldıkları cevap şaşırtıcı olurdu bazen. ‘Bilmem. Günü birlik gelmişler. Arkadaş olduk. Birlikte oyun oynarken karnımız acıkınca buraya geldik.’ Bu cevap karşısında annenin ya da babanın söyleyeceği bir şey yoktur. Çünkü kendileri de çoğu kez hiç tanımadıkları, günübirlikçi dedikleri kişilere soğuk su-çay ikram etmişlerdi. Hatta bir defasında iki çocuklu bir aileye tepsi içinde dilimlenmiş karpuzu kendi elleriyle götürmüştü. Döndüğünde annesine, - Bunlar tanıdık mı? sorusuna annesi; - Tanımak şart mı? Yazık bak, güneşin altında çocuklarıyla beraber kavrulmuşlar’ yanıtını almıştı.

Öğleden sonra yavaş-yavaş voleybol maçları düzenlenirdi. Köy gençlerinin de katıldığı kızlı erkekli maçlar pek çetin geçerdi. Maç sonrası kumlu ve terli bedenler tatlı itiş kakışlarla denize girer ve eğlenceyi suyun içinde devam ettirirlerdi.

BALIKLIOVA’DA SIRA GECELERİ

Balığa çıkan oltacıların teknelerinin birer-ikişer dönüşü akşamın habercisidir. Kovalarındaki balığın sayısı suratlarındaki ifadeden belli olur. Tutulan balıklar çoğu zaman dolaba girmeden komşulara dağıtılır. Az sonra evlerden kızarmış balık kokusu yayılır etrafa. Akşam yemekleri neşe içerisinde geçer.

-Kokusu size de ulaştı.

-Kardeşim de bunu sever bilirim.

-Sen hiç böylesini yedin mi? gibi bahanelerle gönderilen ikramlarla geçer akşam yemekleri. Eli bal arısı, yüreği düğün sofrası olan anaların yaptıkları yiyecekler, evler arasında dolu tabaklar içinde gidip gelirdi. Komşu ağırlamasıyla oluşan küçük fasıllı yemeklerde söylenen şarkı ve türkülere uzaktan eşlik edenler olurdu. Bazen mırıldanarak bazen de ‘Bak benim de gönlüm sizinle’ dercesine şarkının bitimiyle alkış tutarak katkı koyarlardı eğlenceye. Çoğu zaman az önce alkışlayan kendini türkü cümbüşünün içinde bulurdu.

Gönlün buradaysa, sen neden oradasın? Davetine nasıl karşı konulurdu ki? Hele bazı akşamlar ‘Halil İbrahim Sofraları’ oluştururlardı. Halayda omuz omuza vermiş gençler gibi dizilirdi masalar yan yana. Her aile kendi pişirdiğini getirip donatırdı masayı. Görülmemiş bir zenginliktir. Yok yoktur masalarda adeta. Adını sonradan öğrendiğimiz yöresel yemeklerden tutun da her pişirenin kendince lezzet kattığı tatlılar, yiyecekler ve içecekler. Tüm bunlara bir de dostluğun verdiği huzuru da katınca, başlardı Balıklıovalıların sıra gecesi. Türkülerle halaya dururdu yürekler. Az önce horon tepen ak saçlıların çiğnediği kumların üzerinde 70’lik delikanlılar bir efe edasıyla zeybek oynardı.

Ve yıldızlı geceler yerini gün ışıklarının kızıllığına bırakırdı. Bin bir rüya sahibi insanlar uyanırken uykudan ve merhaba derlerken sabaha, hemen dışarı çıkarlardı. Işıltılı gözlerle çevrelerine bakıp, ilk gördüklerine ağız dolusu ve gönülden ‘Günaydın kardeşim’ diye seslenirlerdi. Taa ki uyandıkları zaman karşılarında yıkım ekiplerini ve kepçeleri görene kadar. Kendilerini ve ülkeyi korumaları için askere gönderdikleri oğulları şimdi silahlarını kendilerine doğrultmuş, yıkım ekiplerini ve kepçeleri koruyorlardı. Ve şafakta başladı yıkım.

Editör: Haber Merkezi